Bu soru, meşhur Fransız siyasetçi ve Filozofu Alexis de Tocqouville’nin Amerika seyahati dönüşünde, 1840’larda sorulsaydı, bir manası olabilirdi.
Zira o zamanlarda kamuoyu için demokrasi, hürriyet, cumhuriyet ve hatta hukuka dayalı devlet kelimesi de turfanda sayılırdı. Yanlış anlamlarda tartışılmaları, yanlış manalarda kullanılmaları ve haklarında mantık dışı tezlerin yazılması normal karşılana bilinirdi.
Tam iki yüz sene sonra... İnsanlığın cehaletine hücum eden bunca imkân ve faktörden sonra... Bilimin; tarihi, terminolojinin anlamlarını, sosyal kavramları, aktüel hadiseleri ve siyasal yapılanmaları bu denli şeffaflaştırdığı bir çağdan sonra insanlara Cumhuriyet ile Demokrasi arasındaki tercihleri soruluyorsa; bunun sebebi ya modern cehalettir (eskilerin cehl-i mürekkeb dedikleri şey) veya şeytana pabucu ters giydirmeye çalışan felsefî dehadır. Dinsiz felsefenin akıl fenerinde alınan bu yolun, yoldaşlarını ne kadar maskaralaştırdığını da müşahede ettiğimizi önceden belirtelim.
Demokrasi kelimesinin cumhuriyet’ten önce ortaya çıktığını ve kullanıldığını kabul ediyoruz. Yalnız milâttan önce yedi yüz yıllarında, demokrasi kelimesi ile o günün insanlarının neyi ifade ettikleri hâlâ meçhul. Zira o günde demokrasi adı altında yapılanların günümüz demokrasisi ile hiçbir alâkası yok.
Velev ki Osmanlı hürriyetçilerimiz veya aydınımız bu kelimeyi cumhuriyet olarak tercüme etmiş olsunlar... Daha önceleri pek kullanılmayan Liberte’yi hürriyet ile ifade ettikleri gibi... Hürriyetçilik, özgürlük, liberalizm, free, freiheit, ahrarlık veya azadlık kelimelerini kullanan halkların yüreklerindeki mânâ tek olduktan sonra farklı giysilerin bir anlamı kalır mı?
Mevzumuz için önemli olan noktanın, tartışmanın merkezindeki insan olduğunu biliyoruz. Şayet amaç insanın mutluluğu ise, Amerika’yı her gün yeniden keşfe gerek yok. İnsanın insan ile, çevresi ve tabiat ile fıtrî dengesini kurarak onun mutluluğunu esas alan İslâmiyet, bu tür tartışmaları kendi alanında tam bin beş yüz sene önce bitirdiğini biliyoruz. Her bir insanı, bütün Dünya’yı idare edebilecek bir nitelik ve yaratılışla halk ettiğini bizzat Rabbimiz söylüyor: Yer yüzünün halifesi... En güzel surette yaratılmış varlık... Bu çekirdek mânâ anlaşılıp insanın halifeliği, hürriyeti ve üstünlüğü kabul edildikten sonra; onun idare biçimi olan demokrasiyi, cumhuriyeti, şeriatı veya bir başka yapıyı inşa etmek zor değildir. İsimlere milletlerin farklı giysileri giydirerek tartışma meydanına getirmelerinden de ürkmemek gerekiyor. Zira mânâ değişmiyor. Hem de bütün insanların üzerinde ortaklaşa anlaşabileceği üslûp ve sistem kolay bulunur.
Yalnız burada, küçük bir ayrıntıya değinmesem konu yarım kalır. Sözde, liberalizm veya demokrasiye itiraz eden bir kısım Marksist ve Kemalistlere bir hatırlatmada bulunalım. Halkçılık ilkesinin tedai ettirdiği mânâlar arasında, kapitalizmin esas aldığı “toplu üretim“, “toplu düşünce” veya “toplum mühendisliği” gibi unsurları da unutmamak gerekiyor. Yani insanı şahıs olarak ele almanın daha bilimsel veya doğruca bir neticeye bizi ulaştıracağını, aksi halde insanlığın “halkçılıkla” yığınlaşacağını, adîleşerek insanî kıymetini kaybedeceğini hatırlatmış olalım. Kaldı ki, fertte olan şeyin nevde yani bütünde de olacağını bilim hatırlatıyor. Bütünlükten hareketle parçanın mahiyetini anlamaya kalkışanlar, bilimsellikle tenakuz oluştururlar.
CUMHURİYETÇİLER DEMOKRATLARA KARŞI MI?
İsimleri farklı olan partilerin siyasetteki rekabetlerini, cumhuriyet ve demokrasi kelimelerinin anlamlarıyla irtibatlandıranlar, hem Batı’yı doğru okumalılar ve hem de demokrasinin tarihçesini...
Bir kısım Marksistin 1923’ten sonra üslûp değişikliğine giderek klâsik Marksizm veya Sosyalizm’den farklı çalışmalarıyla ortaya çıkan Neoliberalizm’in doğru demokrasi ile hiçbir alâkası olmadığını, siyaset bilimcileri itiraf ediyorlar.
Denilebilir ki; Marksist Liberaller, hürriyet mânâsındaki liberalizmi kirlettiklerinden; bir kısım özgürlükçüler liberalizm veya demokrasi yerine cumhuriyeti tercih ediyorlar. Bu arada troçkistlerin de, dindarların kullandıkları “konservatizm-muhafazakârlık“ kavramını kirlettiklerini hatırlatalım.
Ellerindeki imkânlarla Dünya kamuoyunu yanlış bilgilendiren, temel değerlerimizi ifadede kullandığımız kelimeleri kullanan yanlışçılara karşı çarenin, yine bilimsel yollarla demokrasiye sahip olmaktan geçtiğini hatırlatırız.
Ona bakarsanız, hem Troçkistlerin, hem de neoliberallerin ve hem de Kemalistlerin ortaklaşa çalışmalarla kirlettikleri, itibarsızlaştırdıkları ve bazılarını kullanamayacağımız hâle getirdikleri onlarca mefhum ve kavram var: Şeriatı, ümmeti, hilâfeti, biatı, himmeti, cemaati ve kerameti kendilerince yanlış anlamlarla kirletmediler mi? Elbette Müslümanlar bu kudsî kelimelerden vazgeçecek değiller.
Yepyeni çalışmalarla güzel tabirlerimizdeki söz konusu dezenformasyonu bilimsel yöntemlerle ortadan kaldırıp, efkâr-ı âmmeye tertemiz sunacaklar.
Cumhuriyetçilere ve demokratlara düşen de budur.