Fıtrat, Cenab-ı Hakk’ın yarattığı eşyaya koyduğu özelliklerdir. Fıtrat, eşyanın kimliğidir. Kudretin de kelamıdır. Esma-i İlahiyeyi tesbih, fıtratla tahakkuk eder.
Bâhusus insan fıtratı ise küllîdir, câmidir. Tekâmüle meyyaldir. Fıtratın gereğine riayet etmek muvaffakiyettir, muhalefet ise tahriptir. Maddi ve manevi fıtratın ikisi de Rezzak-ı Hakim’den rızık talep eder. Kâinat bu ihtiyaçların temini için sofra gibi dizayn edilmiştir.
İnsanlar, fıtratlarının maddi ihtiyaçlarını tedarik için dünya sofrasından istifade ediyorlar. Kur’an sofrasından da manevi ihtiyaçlarını tedarik etmeye muhtaçtırlar.
Fıtratımız acizlik ve fakirlik hamuruyla yoğrulmuş olduğundan, kudreti sonsuz olan Kâdir-i Zülcelâle dayanmaya muhtaçtır. İhtiyaçların tedarikine sermayemiz olmadığından, ortaya çıkan fakirlik endişesinden, yeryüzünü bizim için bir sofra yapan Rahim-i Zülcemâlin misafiri olduğumuzu bilmekle kurtulabiliriz.
İnsan vicdanının temel ihtiyacı, inanmaktır. Ondandır ki; Cenab-Hak beşeri peygambersiz bırakmamış. Fıtrat-ı Zişuur olan vicdanımızın, yani manevi cihazatlarımızın doğru kaynaktan iman ihtiyaçlarını karşılaması peygamberler yoluyla olmuştur. Aksi halde putlara, yıldızlara ve güneşe tapınmakla giderilmeye çalışılmış.
İlim ve fennin ilerlemesi beşerin inanma ihtiyacını unutturamaz. Fıtrat-ı beşeri ikaz eden musibetler, hastalıklar, ölümler azalmıyor. Faniliğe razı olmayan fıtratımız, bâkiliği bütün şiddetiyle arzuluyor. Ebediyeti isteyen uyanmış beşerin, hakiki teselli kaynağı olan Kur’an hakikatlerinden başka çaresi olmadığı tahakkuk etmiştir.
“İnsan fıtraten gayet zayıftır; hâlbuki her şey ona ilişir, onu müteessir ve müteellim eder. Hem gayet âcizdir; hâlbuki belâları ve düşmanları pek çoktur. Hem gayet fakirdir; hâlbuki ihtiyacâtı pek ziyadedir. Hem tembel ve iktidarsızdır; hâlbuki hayatın tekâlifi gayet ağırdır. (...) İşte bu vaziyette bir ruh, fecir zamanında bir Kadîr-i Zülcelâl’in, bir Rahîm-i Zülcemal’in dergâhına niyaz ile, namaz ile müracaat edip arz-ı hâl etmek, tevfik ve medet istemek ne kadar elzem ve peşindeki gündüz âleminde başına gelecek, beline yüklenecek işleri, vazifeleri tahammül için ne kadar lüzumlu bir nokta-i istinad olduğu bedaheten anlaşılır.” (Sözler, sh. 60)
İman ve ibadet bütünlüğü ile hem fıtratını doyuracak, hem dünya ve ahiret saadetini temin edecek beşer, bu yoldan yüzünü çevirip başka çıkmaz yollarla sonuçsuz arayışların içine düşüyor. Fıtratımızın, bize şefkat edene dua ile el açmak ve onun kudretine dayanmak ihtiyacını, bizi gören ve bilen, sesimizi işitip dünya ve ahireti bizim için açan Zât-ı Zülkemale kul olmakla karşılayabiliriz.
“Akıl tatil-i eşgal etse de nazarını ihmal etse, vicdan Sâni’i unutamaz; kendi nefsini inkâr etse de, Onu görür, Onu düşünür, Ona müteveccihtir.” (Mesnevi Nuriye, sh. 269)
Vicdanın sesine kulak verip, talep ettiği mana ve hakikatleri ispatla izah eden Risale-i Nurlardan istifade ile sahil-i selamete çıkabiliriz.