"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Görme üzerine çeşitlemeler -1

Zübeyir ERGENEKON
25 Nisan 2013, Perşembe
“Gözü veren Zat, hem gözü görür, hem ince bir mânâ olan gözün gördüğünü görür, sonra verir.” (Mesnevî-i Nuriye)
“SONRADAN GÖRME!”
Dokuz aylık “anne karnı” yolculuğumuzdan sonra açtık gözlerimizi dünyaya. Dünya gözüyle dünyayı ilk defa işte o zaman gördük. İlk defa gördük ışığı, annemizi… Gördük ama farkında değildik. Dünyayı ilk gördüğü anı, ilk gördüklerini hatırlayan var mıdır, sanmıyorum. Yani biz hem daha doğar doğmaz “sonradan görme” özelliğini taşıyan bir varlık idik, ilk gördüğünü bile hatırlamayan…
Yani biz “aciz” idik. Acizliğinde kuvveti saklı bir aciz. Varlığı “yokluğunda” bilmekle var olan bir aciz... Ne dünyayı göreceğimiz zamanı seçebildik, ne de ilk gördüklerimizi hatırlayabildik. Ne de gözleri ile gözlerimizi süzenleri, şefkatle ellerimizden tutanları... Üstümüzdeki “görünen” bu açık seçik “sonradan görme” acizliğine rağmen bazı insanlarının diğerlerini “sonradan görme” diyerek nitelendirmesini anlayamıyorum.
“Yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemlerine” çıkış serencamımız “sonradan görme” olduğumuzu açık bir şekilde gözümüze gösterir. Dünyanın olmadığı, dünyayı görecek gözlerin olmadığı ve gözün göreceği mevcudatın olmadığı “yokluk karanlıklarından” gelen yolcularız biz. Vacibü’l-Vücud diledi ve nurlandık; dünyayı bize mesken kıldı. Varlık âlemine çıkardı bizi, insaniyet nimetine mazhar etti. Hepimiz sonradan gördük dünyayı. Vücudun kaynağı olan Ezelî ve Ebedî bir Zat’tan maada herkes, “sonradan gördü.” Görmeyi, gözü, gözün gördüklerini… İşte bu yüzden hepimiz  “sonradan görmeyiz”.
“Sonradan gördüğünü” görenler, acizliğini bilenlerdir. Acizliğini bilenler; acz ve fakrını sonsuz Rahmetin gelmesine vesile kılanlardır. “Sonradan görme” ithamı ile birilerini suçlamak yerine “varlık ve görme” üzerinde derince tefekkür etmek ve enaniyeti bırakmak daha güzeldir insan için...
Hem sonradan görmeyiz, hem de acizliğimizin mücessem ifadesi olan “zaman” kaydından kurtulduktan sonra bazı şeyleri “sonradan göreceğiz.” Beka âlemini, cenneti, cehennemi…
Ne mutlu bana, sonradan gördüm! Sonradan göründüm, sonradan görenlerle görüştüm ve sonradan görenlerle şu fani dünyada “sonradan görülecek kareler” çektiriyorum. Hayattar bir karıncayı camid koca bir dağdan değerli hale getiren varlık nimetine “kavuşturulmanın” ne büyük bir “Görme” olduğunu bilerek… Her şeyi gören ve Bilen birinin himayesi altında olma rahatlığıyla ve saadetiyle…

“GÖRGÜSÜZ!”
“Basar masnuâtı görüp de, basiret Sani’i görmezse çok garip ve pek çirkin düşer.” (Mesnevî-i Nuriye)
Misafir ev sahibinin izni dairesinde yaşar, yer ve içer. Ev sahibinin rızası haricinde yaptığı her şey “görgüsüzlük” alâmetidir.
Bugün kullandığımız bilgisayarlarda “misafir (quest)” olarak oturum açtığımız zaman istediğimizi yapamayız. Program yükleyemeyiz ve belli dosyalara erişemeyiz. Yani misafirin sergileyeceği tutumlar konusundaki anlayışı hayatımızın birçok alanında görürüz. Herkesin kanaati aynıdır ki, misafirliğin belli kuralları vardır…
Dünya hayatında da misafiriz. Misafir olduğumuza delil “gelenlerin gitmesi ve gidenlerin gelmemesi” hakikatidir. Ev sahibi Zatın rızası dışında yaptığımız her şey “görgüsüzlüktür.” Ezelî ve Ebedî isimlere sahip, Basir isminin sahibi Rabbimiz, “görgülü” ve “edepli” bir hayatın nasıl yaşanacağını bizlere “gösterdi”, nasıl hoşnut olacağını Peygamberimize (asm) talim etti. Onu bize numune-i iktida kıldı. Bu yüzden “Sünnet-i Seniyye edeptir. Sünnet-i Seniyyeyi terk eden edebi terk eder, hasaretli bir edepsizliğe düşer.” denilmiştir. “Bu zâtın gidişatından görünüyor ki, o, görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor.” ifadesi de bu hakikati teyid eder. Sünnet-i Seniyyenin haricinde yaşamak “görgüsüzlüktür.”
Nimette nimet vereni görmemek, görgüsüzlüktür. Nimetteki rahmeti, şefkati görmemek görgüsüzlüktür. Nimet verene teşekkür etmemek görgüsüzlüktür. Gözü düşünmemek, gözü vereni düşünmemek görgüsüzlüktür.
İnsanların hepsi “sonradan görmedir” ama hepsi “görgüsüz” değildir. Ev sahibinin izni dairesinde yaşayan aziz misafirler vardır. Sonradan görme olsak da “görgüsüz” olmaktan kurtulmanın çaresi Sünnet-i Seniyyeye ittibadır...

“BİZİ DE GÖR!”
Bizi her an gören Birinin bizi görmesinin farkında olmamak görgüsüzlüğüdür. “Bizi de gör” dediğin muhatap, seni belli anlar görebildiğine göre ve görmesi için senin hatırlatmak zorunda kaldığına göre demek ki bu “Gören”, “görmenin kaynağı” değildir. Bu görenin “görme” fiili kemalde değildir. Bu yüzden böyle bir “görme” bize derman olamaz. Biz fanilerin ihtiyacını karşılayamaz. Beni gören her an görebilmeli ve görmesi için benim hatırlatmama ihtiyaç duymamalı.
Bütün varlıkların her hâlini, her ihtiyacını görebilmeli ve vakti vaktine bunları karşılayabilmeli… İşte böyle bir “Basar” sahibi görünür kâinatın bütün harekâtında. Bütün esması “kemal” sıfatıyla muttasıf Basir’dir O. Böyle bir “Basar” ismine lâyık bir İlâh “görülmeye” değerdir. Böyle bir “Görme sahibi” huzurunda secde edilir. Cennetin en büyük nimeti “O’nu görmedir.”
Bizim de “bizi” ara sıra gören, canı isteyince veya sıkılınca gören fanilerden medet ummayı bırakmamız ve “Faniyim, fani olanı istemem” sırrına göre hareket etmemiz gerekir.

Okunma Sayısı: 817
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı