Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Abdurrahman ŞEN

Mevlânâ’yı anlamaya çalışmak



UNESCO’nun kararıyla 800. yaşı bütün dünyada kutlanacak olan Mevlânâ Celâleddin-i Rumî için ortaya somut bir şeyler henüz koyabilmiş değilsek de gayretimiz fena değil gibi… Kimi kurum ve kuruluşlar bir şeyler yapmaya çalışıyor.

Asla unutulmamalı ki; yapılacaklar ve yapılabilenlerin tek amacı o ulu insanı daha geniş kitlelere lâyık olduğu biçimde anlatma gayreti olmalı…

Şunu sevinerek söylemeliyim ki; umduğumdan da fazla bir ilgi var Mevlânâ’ya… Durum böyle olunca Mevlânâ’yı daha yakından ve doğru tanımamıza yardımcı olacak her yol göstericiye olan ihtiyacımız daha bir ortaya çıkıyor. İşte bu ihtiyacı gidermemize yardımcı olacak metinlerden birisi, Rümeysa Tanrıseven’in söyleşisiyle sanatalemi.net sitesinde gerçekleşti.

Son Mesnevihan rahmetli Şefik Can’ın manevî kızı, asistanı ve destarını da teslim ettiği H. Nur Artıran’la yapılan söyleşi işte tam da bu açığın kapanmasına ciddî katkı yapan sohbetlerden bir sohbet olmuş.

Daha söyleşinin başında, ülkemizde Mevlânâ’nın yeterince anlaşılamayışı sorulduğunda muhterem Nur Hanımın söylediklerinden bir bölümü şöyle: “Efendim, Hazreti Mevlânâ’yı anlamak, Hz. Peygamberimizi ve Kur’ân-ı Kerimi anlamak demektir. Hz. Peygamberi ve Kur’ân-ı anlamak ise Cenâb-ı Allah’a karşı olan kulluk vazifelerimizin idraki içinde olmaktır. Bu bilincin dışında kalmak, idrâk etmekten âciz olmak ise; ne Hz. Mevlânâ’yı, ne de onun inandığı manevî değerlerin yok edilmesi olarak düşünülemez. Çünkü buna kimsenin gücü yetmeyecektir.

Hz. Mevlânâ kendisini ve inandığı bütün mânevî değerleri eserlerinde en açık bir şekilde ortaya koyarken Mesnevî’de; ‘Mesnevi âlemlerin Râbbinden gönül’e inmiş hakikatleri ihtiva eder Gerçekten de, Mesnevî Rabbü-l âlemin tarafından ilhâm olunmuş bir kitaptır. Bâtıl ne onun önünden geçebilir, ne ardından. Allah onu korur’ diye buyurmuştur.

Mesnevî’nin Cenâb-ı Hakk tarafından korunması demek içindeki manevî değerlerin korunması demektir. Gönül ister ki bu manevî hazineden tüm insanlık âlemi faydalansın. Fakat bununla birlikte herkesin bu manevî değerleri idrak etmesini o değerlere sahip çıkmasını da bekleyemeyiz. Hz. Mevlânâ daha sekiz yüz yıl önceden insanların kendisini anlayamadıklarını, anlamakta zorlanacaklarını da bütün eserlerinde en açık bir şekilde dile getirmiştir.

/…………………………./ ….Hz. Mevlânâ tüm eserlerinde kendisini anlamanın çok zor olduğunu ifade etmekle birlikte, anlaşılabilmenin yollarını da en açık bir şekilde göstermiştir. Önemli olan; ‘Ben Kur’ân’ın kulu kölesi. Hz. Muhammed’in bastığı yerin toprağıyım’ dediğini unutmadan, o eserleri temiz bir gönülle dikkatlice okumaktır.”

Kimi insanlara Mevlânâ’yı anlayabilmek çok zor gibi görünürse neler yapılması sorulduğunda da Mevlânâ’yı anlayabilmenin metodu olarak; “… Hz. Mevlânâ gibi büyük bir âşıklar sultanını ve Mesnevî gibi engin bir ledün deryasını da anlayabilmek için önce insanın kendisini tanıması ve kendinde bulunan İlâhî emanetteki sırrı hikmeti anlayıp bilmesi ve o idrâk içinde yaşaması gerekmektedir. Bizler en azından bildiğimiz kadarıyla insan olarak yaratılış gayemizin ve bu âlemdeki sorumluluklarımızın bilincinde olarak yaşayabilirsek inşâllah Cenâb-ı Hakk da bizlere gönül ve idrâk genişliğini lütfeder” diyen muhterem Nur Hanımefendi, 23 Ocak 2005 gecesi aramızdan ayrılan ve “Doksan altı yıllık ömrünü Hz. Mevlânâ ve Mesnevî’ye adayan yaşadığımız yüzyılın en son Mesnevihanı Şefik Can” dedenin günümüz gençlerine yaptığı şu tavsiyeleri de paylaşmış Rümeysa kardeş aracılığıyla sanatalemi okurlarıyla:

“Hz. Mevlânâ ve Mesneviyi anlamak için öncelikle güvenilir kaynaklardan Hz. Mevlânâ ve öğretileri hakkında bazı eserler okuyup bu konuda biraz kendinizi yetiştiriniz. Okuduklarınız satırlarda kalmasın onları gönül süzgecinizden geçirerek içinizde hissetmeye çalışınız. Ondan sonra Mesnevî okumaya başlayınız. Fakat Mesnevî’yi roman okur gibi de okumayınız. İbadet ruhuyla az, fakat okuduklarınızı çok tefekkür etmeye çalışınız. Anlayamadığınız bir yer karşınıza çıkarsa üzerinde fazla durmayınız geçip gidiniz başka satırlara, merak etmeyiniz mutlaka o satırlarda anlayamadığınız o konu başka bir zamanda başka satırlarda size açıklanacaktır. Gönlünüz hissedecektir bunu. Eğer anladığınız zevkine vardığınız bir yerde olursa, o zevki tek başınıza yaşamayınız, sizi anlayacağına inandığınız bir dostunuzla mutlaka paylaşınız. O beyitleri başkalarıyla da paylaşarak birlikte zevkine varınız. Göreceksiniz başka türlü zevk alacaksınız o zaman.

Ayrıca yanınızda devamlı bir defter bulundurunuz, çok hoşunuza giden beyitleri hemen kaydediniz. O an çok etkilendiğiniz bir beyti kısa bir zaman sonra unutabilirsiniz. Bunları mutlaka bir deftere yazınız. Hz. Mevlânâ’yı sağdan soldan değil, Mevlânâ’nın kendisinden öğreniniz. O sebeple de eserlerini büyük bir dikkat ve temiz bir gönülle okumaya çalışınız. En önemlisi de okuyup öğrendiklerinizi mutlaka hayata geçirip onları yaşamaya gayret ediniz. Başka türlü Hz. Mevlânâ’yı bilmek ve anlamak olmaz.”

Bu önemli ve zaman zaman anılarla da süslü söyleşinin tamamını sanatalemi.net sitesinden okuyabilirsiniz…

Unutmadan… Bu yıl Mevlânâ’nın doğumunun 800. yılını idrak ediyoruz… Önümüzdeki yıl ise sıra Nasreddin Hoca’mızda… Ardından 2009’da da bir başka gönül ulusu Hacı Bektaş-ı Velî’nin 800. yaşını kutlayacağız…

Hep diyorum ya… İçinde bulunduğumuz karanlık ortam tam da 800 yıl öncesinin Anadolu’su gibi… Bir yandan Moğol istilâsı sarmış dört bir yanı bir yandan Bizans zulmü kuşatmış Anadolu insanını… Ve tabiî bu çift yönlü kıskacın belirsizlik ortamından istifade edenlerin oluşturduğu Vandallık da diz boyu…

İşte bu olumsuz ortamın içine doğuyor Mevlânâ, Hacı Bektaş-ı Velî ve Hacı Bayram-ı Velî… Hilâl’in üç ucu olarak gördüğüm bu ulular arasında bir “yıldız” gibi mekik dokuyan ve Anadolu’nun manevî inşasını gerçekleştirenlerden koca Türkmen Yunus Emre’yi de unutmak olmaz…

Demek ki… Bu yıldan başlayarak Mevlânâ’yı, Hacı Bektaş-ı Velî’yi, Hacı Bayram-ı Velî’yi ve Yunus Emre’yi daha yakından tanımaya ve anlamaya başlarsak, acılarımızın çaresini bulmuş oluruz… Peşpeşe gelen 800. yıl kutlamaları fırsatını toplum olarak çok çok iyi değerlendirmeliyiz…

İnşaallah bu fırsatı da kaçırmayız…

11.02.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (04.02.2007) - Lâle Oraloğlu

  (28.01.2007) - Bize ne mi oldu?

  (21.01.2007) - Katledilen sadece Hrant Dink değil!

  (14.01.2007) - İhsan Işık’ın hakkını teslim etmek gerek

  (07.01.2007) - Sarmaşık sayı 10, sooon!

  (02.01.2007) - İbretlik bir gündü

  (24.12.2006) - 2006 yılı kültür ödülü kimin hakkı?

  (17.12.2006) - Bugün Şeb-i Arus...

  (10.12.2006) - “1. Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali” başlıyor!

  (03.12.2006) - “Sarı Kurdele”ye devam!

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004