Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 22 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Zafer AKGÜL

Ortaçağ mı dediniz?



Fazıl Say’ın meşhur demeci üzerine yazı yazmak istemedim. Herkes yazdı, ben yazmadım. Çok şükür. Böylesi beylik demeçler, realiteye aykırı, indî ve şahsî açıklamalar pek kıymet arz etmiyor bana göre. Sebebi bu tür beyanların spekülasyonla dolu olmasıdır şüphesiz, ama daha önemlisi tarihî gerçeklere aykırı durum arz etmesidir. Yalnız benim durumum bir fıkrada geçen dört kişiden dördüncüyle benzedi tabiî. Anlatayım hemen de, ağzınızı tatlandırsın şeker yerine.

Efendim dört kişi imamın arkasında saf bağlamışlar, namaza durmuşlar. En baştaki dirseğiyle yanındaki arkadaşını dürtükleyip fısıltıyla sormuş: Saat kaç? Arkadaşı cevaplamış: “Namazda konuşulmaz, bak namazın bozuldu işte.” Onun yanındaki üçüncü kişi müdahale etmiş ikinciye.. “E kardeşim, sen de konuştun. Senin de namazın bozuldu.” İlk üçünün konuşup namazlarını bozduklarını anlayan dördüncü kişi başını kubbeye doğru kaldırmış ve kendi kendine yüksek sesle söylenmiş: “Allah’a şükür üçü konuştu, ben konuşmadım…”

Dedim ya herkes yazdı, ben yazmadım çok şükür. Ama yine de yazdım. Sorun ki niye yazdım?

Fazıl Say’ın annesi de tartışmaya dahil oldu arefe günü. “Siyasetçilerin konuşmaları beni üzmüş de. Oğlum Atatürk’ün bu topluma hediyesiymiş de… Ortaçağ karanlığına özenenlere bakıp da bu vatan terk edilmezmiş de… Falan filan… İşte bu “Ortaçağ karanlığı” terimi beni dürtükledi yazmak için…

Bir kere tarihe aykırı, realiteye aykırı bir durum var. Fazıl Say’a kimse, “Git, defol!” falan demedi. Siyaset canibinden böyle bir baskı gelmedi bu yufka yürekli, ürkek hükümetten böyle bir tavır beklenemez. Zaten yeterince kibarlar. Böyle bir şeye Fazıl Beyin “Onlar” dediği kesim razı olmaz.

İkinci olarak tam da Fazıl Beyin “Yanlış anlaşıldım. Ağzımdan kaçtı.. Öyle demek istemedim. İçimden öyle geliyor demek istemiştim” diye durumu düzelttiği gün, annesi böylesi bir “Ortaçağ karanlığı”ndan bahsetti. Böylece futbol terimiyle anne Say’ın demeci kontrpiyede kaldı.

Üçüncü mesele ki, asıl meseleye gelecek olursak, anne Say, tarihi bilmiyor. Ortaçağ’ın karanlık çağ sayılışı Müslümanlar için, ya da İslâm medeniyeti için değil, Avrupa medeniyeti, daha kısası Batı medeniyeti için geçerli bir kategori. Ortaçağ’da Avrupa akıl hastalarını “Ruhuna şeytan girmiş” diyerek, şeytanın çıkması için bir menfez, bir baca açarak tedavi ediyordu. Avrupa mendil nedir bilmezdi. Sokakta yerlere, evlerde şöminelere salya sümük sümkürürdü. Evlerde tuvalet yoktu. Ender olarak kralların saraylarında fosseptik çukuru vardı. Balolarda dans edilen salonların izbe köşelerine ekselanslar veya matmazeller def-i hacet ederlerdi. Su kullanılmazdı. Veba, frengi, taun gibi salgın hastalıklar pislik ve zinadan dolayı toplumu kırıp geçirirdi. Tedavi bilinmezdi. Tıp bilimi gelişmemişti. Avrupalılar İslâm devletlerinin üniversite/medreselerine öğrenci göndererek fen bilimlerini öğrenmeye başladılar. O dönemde akıl hastalarını müzikle tedavi eden Şifahane/tıp fakülteleri vardı. En yakın örnek Kayseri’deki Gevher Nesibe Şifahanesidir. Anne Say’a 1200’lü yıllarda yapılmış bu şifahaneyi görüp gezmesini tavsiye ederim. İslâm dünyasının içinde bulunduğu medeniyet, Avrupa’nın gözünü kamaştırıyordu. Zaten bizden aldıkları fen, bilim ve bilimsel tercümelerle rönesans ve reform hareketleri başladı. Sanayi devriminin temeli tâ bu örnek alışa dayanır. Uzatmayalım, o yıllarda Fazıl Say’ın yerleşmeyi düşündüğü Lousanne şehri ile bir Bağdat, Şam, Kayseri, Konya karşılaştırılabilir. Balkanlardaki teb’aya aynı anda hem cami, hem kilise, hem de havra inşaatı için proje gönderen Osmanlı’yı yazmama gerek var mı? Hoşgörüde bu millet, tarihe adını altın harflerle kazımıştır zaten.

Netice olarak, herkesin görüşüne saygı duyarız, ancak bazı konularda sergilenen cehalet, tamiri mümkün olmayan yaralara ve teessüflere yol açınca, işte böyle konuşmak zorunda kalıyoruz. Yakın çağ, ortaçağ, yeni çağ v.s. yakıştırmaları bir yerde zaten izafîdir. Kime, neye göre yazılırsa, ona göre tasnifat değişir. Herkes kullanıyor diye bazı terimleri ulu orta kullanmak, çağdaşlığa aykırı bir davranış olsa gerek. Çağdaş insan araştırmacı, tahkikçi, gerçekçi olmalı değil mi? Hepinize iyi bayramlar dileğiyle…

22.12.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (12.12.2007) - Daha değiiiiiiil!

  (08.12.2007) - Zafer Akgül

  (04.12.2007) - Tevhide gülmeliydi!

  (25.11.2007) - Biz de sencileyin ağlasak gerek

  (17.11.2007) - Daha ne duruyoruz?

  (10.11.2007) - Yine bir 10 Kasım

  (20.10.2007) - Karanlıkta vuruşmak

  (14.10.2007) - Sınır ötesi mi, sinir ötesi mi?

  (25.09.2007) - Hakikat çekirdekleri

  (10.09.2007) - Güle güle Pavarotti

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri