Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Abdil YILDIRIM

Müthiş bir derdime, müşfik bir ilâç



Şu geniş ve aydınlık dünyadan göçüp, dar ve karanlık bir çukura girmek, orada yılanlara çıyanlara yem olmak duygusu yüreğimi ürpertiyor. Evimi barkımı, annemi, babamı, çoluk çocuğumu ve bütün sevdiklerimi bırakıp gitmek, bir daha görüşmemek üzere onlardan ayrılmak, kalbimi sızlatıyor. Dünyada rahat ve huzur içinde yaşamak için ne kadar çok emek harcamış, ne zorluklara katlanmıştım. İçinde oturduğum evin temellerinde alnımın terleri vardı. Evime aldığım her eşya, hayatımı kolaylaştırıp rahatımı artırdığı için büyük bir değer taşıyordu. Konforlu koltukları, yumuşak yatakları, parlak avizeleri terk edip, dar ve karanlık bir çukura girmek, orada çürüyüp gitmek düşüncesi, insanı dehşete düşürüyor doğrusu.

Evet, insan ölüme bu gözle bakarsa, hayattan zevk alması mümkün değildir. Bir idam mahkûmunun infaz gününü beklediği gibi, her an ölümün kapıyı çalmasını korku içinde bekler durur. Bir ümit ışığı olsa, ölümden kurtulmak için az bir ihtimal dahi bulunsa, insan bunun için neler vermezdi ki? Lokman Hekim efsanesinde geçen “ölümsüzlük iksiri” gerçek olsaydı, herkes onu elde etmek için varını yoğunu harcamak isterdi. Çünkü hayattan daha değerli bir şey yoktur.

Bu kadar değerli olan hayatın elimizden ebediyen kaybolup gitmesini hiçbirimiz istemeyiz. İnsanın en büyük korkusu, yok olup gitmek korkusudur. En büyük arzusu da, ebedî yaşama arzusudur. Öyleyse, bunun bir yolu yok mudur? “Vermeyi istemese, istemeyi vermezdi”. Her insan ebedî bir hayat istediğine göre, demek ki bize bu fâni hayatı tattıran, bâki olanını da verecektir.

Kalbim bu girdap içinde boğulurken, ruhum “Şu ölüm denen derde bir çare yok mu, ben ölmek istemiyorum” diye feryat ederken, müthiş fakat müşfik bir sesle irkildim:

“Sizlere müjde!. Mevt; idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil, belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir; bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.”

Aman Allahım! Bu ne büyük bir müjde, bu büyük teselli kaynağı? “Ölmek istemiyorum” diye feryat eden ruhum, sâkin bir deniz gibi duruldu, aldığı dehşetten boğulmakta olan ruhum, kaygılardan ve korkulardan kurtuldu. Lokman Hekim’in kaybettiği ölümsüzlük iksirini bulmuştum. Artık ne kaybettiğim yakınlarıma yüreğim yanıyor, ne sahip olduğum evim barkım, malım mülküm için endişe ediyordum. “Kabirden öteye yol gitmez” sözü de geçerliliğini kaybetmişti. Çünkü az evvel işittiğim müjdenin devamında şöyle diyordu:

“Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun? Ve nereye sevk olunuyorsun? Dünyanın bin sene mes’ûdâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmiyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü’yet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâl’in daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun.”

Anladım ki, ruhun ölümü diye bir şey yokmuş. Ölüm, beden denen elbisenin çıkartılarak ruhun daha özgür bir alanda yaşaması demekmiş. Yunus Emre de, “Ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil” derken, bu gerçeği ifade ediyormuş.

İşte o zaman ruhum da, kalbim de, gönlüm de, tam bir huzur içinde ölümü beklemeye başladı. Fâni hayatın aldatıcı güzelliklerinden çok daha güzel ve hayırlı olan ebedî hayat ülkesine gidebilmek için ölüm denen köprüden geçmek gerektiğini anlamıştım. İşte o andan itibaren ölümü sevmeye, hatta heyecanla bekleme başlamıştım. Hz. Mevlânâ’nın ölüme niçin “Şeb-i Aruz” dediğini anlamıştım. Ölümü sevmek, ecel ile dost olmak ne güzel bir duyguydu.

RAHMET YAĞIYOR

Yine duman çöktü gönül dağına,

Sağanak halinde hasret yağıyor.

Tutuldum ayrılık fırtınasına,

Yufka yüreğime sıklet yağıyor.

Dertli âşıkların şiirlerinden,

Iztıraplar hissedilir derinden,

İnleyen neylerin nağmelerinden,

Ayrılıklardan şikâyet yağıyor.

Fâni aşklar cüz’î bir lezzet verir,

Gelir bin mihnetle karşımda durur,

Bir üzüm yedirir, yüz tokat vurur,

Bir zevkin peşinden bin dert yağıyor.

Geçmiş zaman ölü, gelecek muhâl,

Ne mâzi tad verir, ne de istikbâl,

Ruhuma sıkıntı veriyor bu hâl,

Düşüncelerime zulmet yağıyor.

Bir süre hayata bu gözle baktım,

Aldığım dehşetten çıldıracaktım,

İman gözlüğünü gözüme taktım,

Gördüm ki âleme rahmet yağıyor.

08.02.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (27.01.2008) - Görenedir görene

  (19.01.2008) - Uzağı görüp de tuzağı göremeyenler

  (12.01.2008) - Yılbaşından yılbaşına

  (02.01.2008) - Yeni yıl bizden ne bekler?

  (29.12.2007) - Size de çıkabilir

  (26.12.2007) - Sayın Fazıl Say, gel bu işten cay

  (25.12.2007) - Sıra büyük kurbanları kesmeye geldi

  (20.12.2007) - Bayramlar mutluluğun resmidir

  (13.12.2007) - Ne olmuş yani?

  (11.12.2007) - Sevelim, sevilelim

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri