Bundan seksen üç yıl evvelki yakın tarihimizin sislerle kaplı sayfaları arasında şöyle kısacık bir gezinti yapmaya çalışalım...
M. Kemal, bir süre sonra Meclis'te görüşülecek olan "Şapka ve Kıyafet İnkılâbı"nın alt yapısını hazırlama mahiyetindeki yurt gezilerine devam ediyor. 10 Ekim (1925) günü gittiği Akhisar Türkocağında şu konuşmayı yaptı: "Muhterem ahali! Birbirimizi aldatmayalım. Medenî cihan çok ileridedir. Buna yetişmek, o daire–i medeniyete dahil olmak mecburiyetindeyiz. '...Şapka giyelim mi giymeyelim mi?' gibi sözler mânasızdır. Şapka da giyeceğiz, Garb'ın her türlü âsâr–ı medenisini de alacağız. Efendiler! Medenî olmayan insanlar, medenî olanların ayakları altında kalmaya mahkûmdur. Meserretimi, şükrânımı tekrar ederim."
M. Kemal'in Türkocağı'nda hitap etmiş olduğu Akhisarlılar'a bu derece teşekkür etmesinin en önemli sebebi, onların hemen oracıkta başlarına şapka geçirmesiydi.
M. Kemal'in "şapka inkılâbı seyahatleri" çerçevesinde Akhisar'a da geleceğini önceden haber alan CHP İlçe Başkanı Murat Bey, Türkocağı Başkanı Dr. Şemsettin Bey ve Belediye Başkanı Emin Bey, bu maksatla biraraya gelerek, en az bir kamyon şapkayı Akhisar'a getirtmeye karar verirler. Bu iş için de Boncuklu Ahmet Efendi isimli şahsı vazifelendirirler.
Derhal İzmir'e giden Boncuklu Efendi, gece vakti olmasına rağmen şapka satan dükkânları açtırarak bir kamyon dolusu şapkayı Akhirasa getirir.
Kànundan evvel yapılanlar
Şapka giyme mecburiyeti ile sarık ve cübbe gibi dinî kisveleri giyme yasağına dair kànunların yürürlüğe girmesi, 28–30 Kasım (1925) günlerine rastlar.
M. Kemal'in bu maksadı hasıl etmeye yönelik yurt seyahatleri ise, Çankırı yoluyla Kastamonu ve İnebolu'ya gitmek üzere Ankara'dan hareket ettiği 23 Ağustos günü başlıyor.
O gün, başında Panama şapkası var. Kastamonu ve İnebolu'da ise, vatandaşların başında ilk kez olmak üzere İstanbul'dan vagonlarla getirtilen Vakko mamulü şapkalar görülüyor. (Vitali Hakko, ileriki tarihlerde şapka imalatı sâyesinde zengin olduğunu itiraf etti.)
İnebolu Türkocağı'nda konuşan M. Kemal, elindeki şapkayı göstererek şunları söyledi: "Bunu çok açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi , bonjur gibi , smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız. Buna câiz değil diyenler var. Onlara diyorum ki: Çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz." (Nakiller için bkz: TTK, Atatürk Kronolojisi, s. 440; H. R. Soyak, Atatürk'ten Hatıralar–I, s. 266.)
Altı günlük Kastamonu ve ilçelerindeki ziyaretten sonra, Eylül ayında da Bursa taraflarına giden M. Kemal, şapka inkılâbını benimsemediklerini seslendiren binlerce vatandaşa hitaben şu konuşmayı yaptı: "...Hep beraber takip ettiğimiz yol doğrudur. Bu yol bizi saadete eriştirecek." (Age, s. 442.)
O günlerde yayınlanan hemen bütün gazeteler de, sarık–cübbe gibi İslâm ve Osmanlı kıyafetine yasak getirilmesinin ve şapka–smokin gibi Avrupaî kıyafetleri giymenin zaruretinden dem vuruyordu. Hep bir ağızdan "Bunları yaptığımız takdirde, kısa süre içinde medenî bir toplum olacağımızı ve bütün millet olarak tez zamanda saadete kavuşacağımızı" ilân ediyorlardı.
Şapka Kànunu, 25 Kasım 1925'te kabul edildi ve üç gün sonra da resmen yürürlüğe girdi.
O günlerde, şapka giyer giymez sür'atli bir şekilde medenileşip medenileşmediğimiz ve millet olarak saadete erişip erişmediğimizi tam olarak bilemiyoruz.
Ancak, gayet iyi bildiğimiz bir husus var ki, o da şudur: Şapka giyme mecburiyetinin gündeme geldiği andan itibaren, yurdun muhtelif merkezlerinde birtakım reaksiyonlar yaşandı ve yer yer protesto gösterileri yapıldı. Meselâ: Erzurum, Rize, Sivas, Maraş, Bursa, Giresun, Kırşehir, Kayseri, Tokat, Amasya, Çorum, Samsun, Trabzon, Uşak, Muş ve Gümüşhane gibi yerlerde.
Hapis ve idam cezaları
Vaktiyle "vatana ihanet" suçunu işleyenleri cezalandırmak maksadıyla kurulan İstiklâl Mahkemeleri, Ekim 1925'ten sonra daha çok şapka muhalifleri ile sarık giyen vatandaşları cezalandırmaya yöneldi.
Bu mahkemeler, sayısı bilinemeyecek kadar çok vatandaşı ya hapse attırdı, yahut da idam sehpasına yolladı.
Zira, hâlâ yürürlükte olan söz konusu kànuna göre, şapka giymemenin cezası üç ay iken, karşı gelmenin veya şapkayı protesto etmenin cezası doğrudan idam şeklinde tatbik edildi.
Ne tuhaf değil mi? Söz konusu kànun hâlâ yürüklükte olduğu halde, resmî memurlar bugün şapka giymiyor, giymeyi de düşünmüyor. Üstelik, onları ne hapse atan var, ne de idamlarını isteyen.
Devir mi değişti, insanlar mı, yoksa şartlar mı?
Seksen küsûr senede bakın nereden nereye geldik?
Son bir suâl ile bitirelim: Kılık–kıyafet gel–gitleriyle millet olarak ne ölçüde medenileştik, yahut ne kadar mesut ve bahtiyar olduk?
Bu suâlin cevabını, yukarıdaki bilgiler ışığında varın siz bulmaya çalışın.
Şapka İnkılâbına dair konuşmaların hemen tamamı, muhtelif şehirlerde şubesi bulunan Türkocakları'nda yapıldı. Bu ocağın en etkili kurucularından olan Kırım kökenli (anne tarafı Yahudi olan) Akçuralı Yusuf, daha sonraki yıllarda
Türk Tarih Kurumunun başına getirildi.
10.10.2008
E-Posta:
[email protected]
|