Şaban DÖĞEN |
|
Said Nursî’nin meselesi neydi? |
Hz. Peygamber (asm) insanların taştan, tahtadan cansız putlara taptığı bir dönemde gelmiş, onlara yerleri gökleri yaratan sonsuz güç, kuvvet, ilim, güzel isim ve sıfatlar sahibi bir Yaratıcının var olduğunu söylemiş, dünya ve ahiret mutluluklarının ancak bununla olabileceğini belirtmişti. Dünya O’nundu. Ahireti de O yaratmıştı. Şu dünya misafirhanesinde sonsuz yolculuğun, Cennetin, ebedî mutluluğun yolcusu olan, buraya o mutluluğu kazanmak için gelen insanlara kötülüklerden uzak kalmaları, iyiliklere yapışmaları şartıyla her iki dünyada da mutlu olacaklarını anlatmıştı. Bunun için Allah’a, Resûlüne, ahirete iman şarttı ve insanlar o iman çerçevesinde iyi işler yapacaklar, iyiliklere koşacaklar, dünyada barış ve huzur sağlanacak, ahirette de sonsuza dek huzur içinde yaşayacaklardı. Bunun için Allah Resûlü (asm) iman şartını getirmişti. Bir hadis-i şerifte her yüz senede bir geleceği belirtilen, dini yenileyen anlamındaki müceddid denilen büyük âlimlerin de yaptıkları bu temeli sağlamlaştırmak, dini, ilk dönemdeki asliyetiyle ortaya koymak, yıpranan kısımlarını tamir etmek, kısacası dini yenilemekti. Said Nursî de ilim ve ihtisas ehli binlerce, milyonlarca insanın tasdikiyle son asrın müceddidi olarak gelmiş, imanların tehlikede olduğunu görmüş, imanda yoğunlaşmış, “İmânı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı; çünkü, en ziyâde burada ihtiyaç var” 1 demişti. Sonbaharda ağaçların yapraklarının dökülmesinden bile hüzün duyan bu şefkat insanı insanların imanlarını kaybederek dünyalarının da, ahiretlerinin de Cehenneme dönmesine hiç gönlü razı olur muydu? Olmazdı. Onun için kendini iman kurtarma hususunda görevli görüyor, onun için her türlü sıkıntıyı, çileyi üstleneceğini belirtiyor, “Binler rûhum olsa, binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin îmânına ve saadetine hizmet için burada kalmaya—Kur’ân’dan aldığım dersle—karar verdim ve vermişiz”2 diyordu. Hatta Said Nursî bu hususta o kadar ileri derecede şefkat sahibiydi ki düşmanlarına dahi imanlarını kurtarmaları şartıyla hakkını helâl ediyor,“Eğer Ankara’ya gönderilen Risâle-i Nur’un şiddetli tokatları için beni idama mahkûm eden zatlar, Risâle-i Nur’la imanlarını kurtarıp idam-ı ebediden necat bulsalar, siz şahit olunuz, ben onları da ruh u canımla helâl ederim” 3 diyordu. Milyonların imanlarını kurtarmış böyle bir şefkat kahramanının kitapları gerçekten merak ile okunacak eserler değil mi?
Dipnotlar: 1. Tarihçe-i Hayat, s. 441; Emirdağ Lâhikası-I, s. 169-170. 2. A.g.e. 3. Emirdağ Lâhikası, s. 12; Şuâlar, s. 258; Tarihçe-i Hayat, s. 366. 10.10.2009 E-Posta: [email protected] |