10 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

M. Latif SALİHOĞLU

Aslında küçümsedi Nursî'yi; ancak...


A+ | A-

Aradan bir haftalık süre geçtikten sonra, şimdi daha sağlıklı, daha i'tidâlli bir değerlendirme yapma imkânı hâsıl oldu.

Ne de olsa, hissiyât bir derece yatışmaya, ortalık sakinleşmeye, dolayısıyla "akl–ı selim" devreye girmeye başladı.

Evet, Başbakan Erdoğan'ın geçen hafta bugün yapılan parti kongresindeki konuşmasında sırf "Said–i Nursî" ismini zikretti diye, ortalık bir anda elektriklendi; siyaset âlemi dalgalandı, fikir dünyası çalkalandı, Türkiye'nin yedi bölgesi sallandı, "Dağ başını duman aldı", vesâire...

Öyle bir rüzgâr esti, öyle bir fırtına çıktı ki, bundan etkilenmeyen hemen hiçkimse kalmadı.

Kimisi sevincinden havalara uçtu.

Kimi kahrından ölecek gibi oldu.

Kimi kızgınlığından küplere bindi.

Kimi üzüldü, kimi büzüldü, kimi süzüldü, kimi de bambaşka havalara girdi; kasım kasım kasılanlar oldu.

Biz ise, ilk günden itibaren gelişmeleri ihtiyatlı bir iyimserlik içinde karşıladık.

Başbakan'ı sırf Said Nursî ismini zikrettiği ve çoğu rejimin nazarında sakıncalı görülen muhtelif renklerdeki isimleri peşpeşe sıralama cesaretini gösterdiği için onu tebrik etmekle beraber, çekincelerimizi de usturuplu bir lisânla ortaya koyduk. (6 Ekim 2009)

O yazımızda, meseleye objektif bir nazarla bakarak, içinde "Bitlisli Said–i Nursî" telâffuzunun geçtiği bölümle ilgili çekincelerimizi altı madde halinde sıraladık.

Ayrıca, dostlarımızı rencide etmemek için, son derece mülayim, dengeli ve efendice bir üslûp kullanmaya gayret ettik.

Ancak, yine de bazı dostların şiddetli tenkidinden, siteminden, serzenişinden kurtulamadık.

Meselâ diyorlar ki: "Sizin bu yaptığınıza siyasî bağnazlık derler. Tarafgir davranıyorsunuz. Said Nursî'den şayet Demirel veya aynı misyondan bir başka siyasetçi söz etseydi, onu göklere çıkarır, manşetlerden indirmezdiniz..."

Şimdi, bu meseleye herkesin nisbeten daha sakin bakmaya ve daha dengeli bir muhakemede bulunmaya hazır olduğuna kanaat getirerek, biz de düşündüklerimizi daha rahat, daha serbestçe ortaya koymaya çalışalım.

BİR: Önce, söz konusu ifadenin teknik tarafına bakalım. Şöhret bulmuş muhtelif renklerdeki isimleri mübâlağalı övgüler eşliğinde sıralayan Erdoğan, listenin en sonuna iliştirilen "Said–i Nursî" ismini içeren cümleyi ise aynen şu şekilde (elektronik yazı panosundan) okudu: "Seversiniz sevmezsiniz, beğenirsiniz beğenmezsiniz, görüşlerini kabul edersiniz etmezsiniz... Ama Ahmed–i Hanî'siz, Bitlisli Said–i Nursî'siz bir Türkiye'nin mâneviyatı noksan kalır."

Gayet düşünülerek ve birçok şey hesaba katılarak tesbit edildiği anlaşılan bu ifadede geçen "Bitlisli Said–i Nursî" ibaresi, kasdîlik bir yana, teknik olarak da içinde komiklik derecesinde fâhiş bir yanlışı barındırıyor.

Zira, bu ibarenin tercümesi aynen şöyledir: Bitlisli Said Nurslu

Bakınız "Nursî", zaten "Nurslu" demektir. Tıpkı "Konevî"nin "Konyalı" demek olduğu gibi.

Dolayısıyla, burada kalkıp "Bitlisli Said–i Nursî" demenin tutarlı bir mantığı yoktur. Tıpkı, Saadeddin Konevî için "Konyalı Saadeddin–i Konevî" demek gerekmediği gibi...

Bir başka nokta: 17. asırda yaşamış olan "Ahmed–i Hanî", Hanili Ahmed demektir. Onun için ayrıca "Cizreli Ahmed–i Hanî" demeye gerek yok. Zaten Başbakan da ayrıca "Cizreli" takısına gerek duymamış; böyle bir yanlışı sadece ve sadece Said Nursî bahsinde işlemiş.

İKİ: "–İ" takılı "Said–i Nursî" terkibi, daha çok Said Nursî muhalifi veya konu cahili kimseler tarafından kullanılmaktadır. Tam ve katışıksız ifade ise "Bediüzzaman Said Nursî" şeklindedir.

ÜÇ: Başbakan'ın ağzından çıkan "Bitlisli" takısına ilk defa rastlanılıyor. Said Nursî ve Risâle–i Nur'la ilgili literatürde de böyle bir takı bulunmuyor. Yani, şimdiye kadar kullanılmış değil.

16. asırda yaşayan Mevlânâ İdris "Bitlisî" mahlâsını kullanmıştır, meselâ. Üstad Bediüzzaman ise "Nursî"yi tercih etmiş ve hayatının sonuna kadar da soyadı yerinde bunu kullanmıştır.

Realite bu merkezde olmasına rağmen tutup "Bitlisli" tâbirini iliştirmenin maksadı ne?

Evet, Üstad Bediüzzaman, Bitlislidir aynı zamanda. Maaliftihar. Ama, en az o kadar da Barlalıdır, Ispartalıdır, Kastamonuludur, Emirdağlıdır, vesaire...

Esasında, "Bediüzzaman" ismiyle şöhret bulan Said Nursî, Bitlise sığmayan, hatta Türkiye sınırlarını da çoktan aşan ve bütün dünyayı dolaşan bir isim olmuştur. Eserleri, onlarca dünya diline tercüme edilmiştir. Hatta diyebiliriz ki, son asırda dünyada en çok takdir görmüş bir isimdir Bediüzzaman.

Buna rağmen tutup onu ille de "Bitlis"e indirgemenin ne mantığı var?

Şayet "Canım, ne var bunda?" diyerek, bu hassasiyetimizi abes bulanlar varsa, o takdirde lütfen sayın Başbakan'a bir ricada bulunsunlar da, aşağıda vereceğimiz isim listesini bundan böyle önlerine gelen takılarla birlikte telâffuz etmesini sağlasınlar. İşte, size "Bitlisli Said–i Nursî" mantığına göre telâffuz edilmesi gereken bir isim listesi: Kayserili Hacı Bayram–ı Velî, Konyalı Celâleddin–i Rûmî (ya da Konyalı Mevlânâ), Sivaslı Pir Sultan Abdal, Nevşehirli Hacı Bektâş–ı Velî, Akşehirli Nasreddin Hoca, Arnavutluklu Mehmed Âkif, Türkistanlı Ahmed Yesevî, Makedonyalı Yahya Kemâl, Selanikli Mustafa Kemal, İzmirli İsmet İnönü, Elazığlı Necip Fazıl, Sinoplu Necmettin Erbakan, Rizeli (veya Kasımpaşalı) Tayyip Erdoğan...

Bakınız, böyle yazıp söylemenin de yalan yanlış bir tarafı yok. Ne var ki, şöhreti ülke sınırlarını da aşmış kişileri sadece bu şekilde andığınız takdirde, işin mânevî anlatım yönü—yine Başbakan'ın tarifiyle—noksan kalır.

Aynı zamanda, o isimleri küçümsemiş, dar bir çerçeveye hapsetmiş, yani lokalize etmiş olursunuz.

DÖRT: Başbakan, o konuşmasında Said Nursî'yi yüceltmeye çalışmamış, üstelik diğer isimler ayarında olsun onu övmemiş, hatta ismini en sona bırakması ve başına koyduğu "Bitlisli" takısı yetmezmiş gibi, ayrıca sırf ve tek istisna olarak onun için yaptığı "Seversiniz sevmezsiniz..." perdelemesiyle de Nursî'yi alabildiğine küçümsemeye gayret etmiştir.

Ne var ki, dar kalıplara sığmayan, dolayısıyla Erdoğan'ın elindeki kalıba da sığmayan ve bunu parçalayarak feverân eden "Said Nursî"nin büyüklüğü, Erdoğan'ın sözlerini de büyütüp güzelleştirerek bir anda kıymete bindirdi.

Yani, listenin en sonuna konulan Said Nursî ismi, listenin en başına geçmekle de kalmadı, Başbakan'ın o konuşmasını gündemin ilk maddesi haline getirdi.

Ne var ki, bundan sonrasında da bir tuhaflık dikkati çekiyor. Başbakan, yankı uyandıran hemen her konuşmasını, sonraki günlerde de yeni eklemeler ve ilâve açıklamalarla süsleyip cilâladığı halde, bu en çok tartışılan "Said Nursî"li konuşmasına, tek kelime ile olsun bir daha değinmedi.

Esasında biz de bunun böyle olacağını tahmin etmiş, ancak nezaketen söylememiştik. Şimdi aradan geçen süre gösterdi ki, Erdoğan, küçümsediği ve mânâ şümûlünü alabildiğine daralttığı "Said Nursî"li konuşmasının arkasında değildir ve devamını getiremiyor.

Oysa, bazılarının hiç, ama hiç sevmediği, hatta son derece nefret ettiği Süleyman Demirel bile, Said Nursî hakkındaki senâkâr sözlerinin hep arkasında durdu.

1990'da "Bediüzzaman Said Nursî, büyük İslâm âlimidir" dedi. Yaygara koparanlara karşı dik durdu ve "Ona İslâm âlimi demeyenin alnını karışlarım" diye çıkıştı. Devam eden günlerde İstanbul'da katılmış olduğu "Marmara Grubu"nun konferansındaki soru–cevap faslında kendisine fırlatılan incitici yedi soru okuna da göğsünü siper ederek aynı kararlılıkla mukabelede bulundu, hatta birçok entelektüelin Nur Külliyatını alıp okuyarak Said Nursî konusunda cahil kalmaktan kurtulmaları gerektiğini tam bir vukûfiyetle söyledi. Ki, bu hadisenin görgü şahitleri pek yakınımızda olduğu gibi, oradaki bazı meraklı dinleyicilerin Külliyat siparişini temin eden de bizzat kendim olarak bu meselenin şahidiyim.

Nur Külliyatını ilk kez tabettiren Menderes gibi Demokratlar da, Said Nursî'yi korkmadan, çekinmeden, önüne sonuna çekinceli ibareler koymadan, başkasının ismiyle aynı pakete sokmadan ve isim kalabalığına boğmadan doğrudan savunagelmişlerdir.

Aradaki en önemli fark budur.

10.10.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (08.10.2009) - Mahyalarda tersine açılım

  (07.10.2009) - Ayva çekirdeği

  (06.10.2009) - En sondan, en başa doğru

  (05.10.2009) - Yeni rejimin sembolü heykeller (2)

  (03.10.2009) - Yeni rejimin sembolü heykeller (1)

  (01.10.2009) - Son torunların vefatı

  (30.09.2009) - Açılımın kapalı noktaları

  (29.09.2009) - Mağduriyet edebiyatı, tembelleştirir

  (28.09.2009) - Son şehzâde ile yeni bir başlangıç

  (26.09.2009) - Bediüzzaman Külliyesi tamamlanmak üzere

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H. İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Nejat EREN

  Nurullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.