"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Risâle-i Nur, Medresetü’z-Zehrâ ve dil

Abdülbakî ÇİMİÇ
25 Nisan 2022, Pazartesi
Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler (192)

Risâle-i Nur dilde de imâmdır. Âlem-i İslâmın din dili noktasında umûmî ittifakına hizmet edecektir. Risâle-i Nur’un dili muhafaza edilmeli. Çünkü “Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın “Her peygamberi Biz ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.”1 kavl-i şerifinin îma ve işârâtından şu devrede Türk lisânının sadmeler geçirmesine bakılırsa, “Risâle-i Nur”, Türkçe’de, lisân üzerinde de imâm olacağına; yani yarın hâlis Türkçe olan Risâle-i Nur’un kesb-i imtiyaz edip diğerlerini terk edeceklerine dair işaret-i Kur’âniyedendir…”2 Yani “Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz ancak kendi kavminin lisânıyla gönderdik. ”3 cümlesi makam-ı cifrîsiyle ve baştaki âyetin işaretleri karinesiyle, Risâlet ve nübüvvetin her asırda veraset noktasında naipleri, vekilleri bulunmak kaidesiyle, bir mânâ-yı remzî cihetinde, vazîfe-i ırsiyeti yapan Risâle-i Nur’u efradı içine husûsî bir iltifatla dahil edip lisân-ı Kur’ân olan Arabî olmayarak Türkçe olmasını takdir ediyor.”4 Bu cihetle Risâle-i Nur’un dili ve kelimâtı Kur’ân’ın kudsîyetine istinâd ediyor. Ayrıca Şeâir-i İslâmiyeyi de temsil ediyor. Bediüzzaman’ın ifadesiyle Medresetü’z-Zehrâ Projesinin hitap ettiği alan, Arabistan, İran, Hindistan, Türkistan, Kafkasya ve Bosna’ya kadar Osmanlı toprakları olduğu için, bu maarif programında kullanılacak dil veya dillerin de, bu alana mutabık olması zarureti vardır. Bu noktadan baktığımızda, Doğu Anadolu’daki Medresetü’z-Zehrâ için, üç dilin birden tedrisâtta kullanılarak başarının temin edilmesinin hedeflendiğini görüyoruz. Bediüzzaman, “Arabi vâcib, Kürdi câ’iz, Türki lâzım” diye bu dilleri formülleştirmiştir.

Medresetü’z-Zehrâ’nın seviyesi ne olacaktı?

Bediüzzaman’ın, Medresetü’z-Zehrâ projesinin temel esaslarını belirlediğini görüyoruz. Bu mühim projesinin seviyesi ile ilgili de değerlendirmeler yapmış ve yol göstermiş. Öncelikle “Dâr’ül-Fünûn”, “Dâr’ül-Fünûn-ı İslâmiye” gibi ifadelerle isimlendirdiği medresesini “Dâr’ül-Fünûn-u mutazammın” veya ”Medresetü’z-Zehrâ” namıyla “pek âlî bir Medrese” olarak tarif ettiği görülüyor. Bediüzzaman, bu projesi ile âlem-i İslâm’ın önemli problemlerini izale edeceğini düşünmektedir. Evvelâ Müslümanların arasında ittihad ve ittifakı sağlayacak marifet ruhunun tesisi gerekiyor. Bediüzzaman İslâm âleminin hastalıklarını Şam’da vermiş olduğu hutbesinde tespit etmiş ve tedavisi için bu dehşetli hastalığın ilâcını da, bir tıp fakültesi hükmünde, hayat-ı içtimaiyemize, eczahane-i Kur’âniye’den ders aldığı reçetesi ile beyan etmiştir. Medresetü’z-Zehrâ’nın seviyesinin üniversite düzeyinde olduğu bizzat Bediüzzaman tarafından müteaddit def’alar ifade edilmiştir. Zira Bediüzzaman, “Dâr’ül-Fünûn-u mutazammın” ”Medresetü’z-Zehrâ namıyla “pek âlî bir Medrese’nin”5 açılmasından bahsetmektedir. Bu ifadelerden Medresetü’z-Zehrâ kavramı içerisine yani üniversitelerden başka eğitim müesseselerinin de girdiği anlaşılmaktadır.

Bu konuda Arşiv Belgeleri çalışmasında şu açıklamalara yer verilmiştir: “Medresetü’z-Zehrâ’da “taksimü’l-a’mal” kaidesine göre şubeler olacaktır. Çünkü mütehassısların çıkabilmesi için şube usûlü zarûridir. Üniversite tedrisâtının esası olan ihtisaslaşma, yani bir alanda vukûfiyet kesbetme tarzındaki anlayışın Medresetü’z-Zehrâ projesinde mevcûdiyetini görmekteyiz. Burada ifade edilen “şube” günümüz anlayışına göre bölüm veya kısım değil, birer fakülte olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Çünkü 1913-14’lere kadar İstanbul Dâr’ül-Fünûnu’ndaki fakülteler de “şube” olarak tesmiye edilmekteydi. Medresetü’z-Zehrâ’nın “mekâtib-i âliye-yi resmiyeye müsavî”6 tutulması ve imtihanlarınında onların imtihanları gibi neticelendirilmesi ve “akîm” bırakılmaması istenmektedir.

Bediüzzaman’ın “âli” değil de “pek âli bir medrese”7 kurmak şeklindeki açıklaması dikkate şayandır. Bu ifadenin rastgele seçilmediğini de anlamaktayız. Çünkü Bediüzzaman, “Şubelerin birbirine medhal ve mahreç” olabileceğini belirtmektedir. Bir şubenin diğer bir şubeye mahreç olması disiplinler arasında işbirliğini artıracağı ve daha verimli sonuçlar alınmasına yardımcı olacağı zâhirdir. Bir fakültenin diğer bir fakülteye mahreç olması halinde ise, bu, devam edilecek ikinci fakülte lisânsüstü bir kademe olacaktır. Normal bir ifade de, ancak, bir üst kademe için bir alt kademe mahreç olabilir. Bu açıdan Medresetü’z-Zehrâ’da bir de ihtisas kısmının düşünüldüğü söylenebilir.8

Dipnotlar:

1- İbrahim Sûresi, 14:4 2- Emirdağ Lahikası-I, s.181 3 -İbrahim Sûresi, 14:4 4- Şualar, s.1121 5-Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), 2013, s.290 6-Eski Said Dönemi Eserleri(Münazarat), 2013, s.292 7- Age, s.292 8 -ABIBSNİŞ; Cilt-I, s.840-41

Okunma Sayısı: 1071
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı