Akıl bir alettir. Ruhun anlama aletidir. Bıçağın kesme aleti, metrenin ölçme aleti olduğu gibi. Hakkın hitâbını fehm için, bir alet, bir vasıtadır.
Aynı zamanda akıl, düşünme, anlama, idrak etme kâbiliyetine sahiptir. “Akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar.”1 Aklın, insanı hayvanlardan ayıran mümtaz bir meziyeti vardır. İnsanı hakikatlere muhatap eden en mühim meleke, akıldır. Yani akıl, maddeden mücerret bir cevher, hak ile batılı ayıran bir nurdur. Şuur ve akıl, hayatın süzülmüş en sâfi hülâsasıdır. Yani akıl şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır. Küre-i arz, hayat ve akıl ve şuur ve ervah ile ihyâ olup öyle şenlendirilmiştir.
İslâmiyet akıl dinidir
İslâmiyet akıl dinidir. Kur’ân-ı Hakîm pek çok yerlerinde “Akletmezler mi?2 Düşünmezler mi?”3 “Akıllarını kullanmazlar mı?”4 ayetleriyle akla havale ediyor. Kur’ân-ı Hakîm’in ve keza tercüman-ı zîşanı olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hadislerinin hiçbirisi yoktur ki, akl-ı selim ile mütalaa edildiği vakitte akıl onu kabul etmemiş olsun. Belki akıl, hikmeti anladığı vakit hayretinden secde ediyor. Risale-i Nur’da makâleleri neşredilen kırk altı meşhur feylesoflar tasdik etmişler ki : “Kur’ân, aklî ve mantıkî bir dini ders veriyor.”
Akıl ve vahiy
Akıl, dar ve küçük düsturlarıyla kendi başına kalsa, âciz kalır, taklide mecbur olur. Bu da insanı dalâlete atabilir. Akıl, ancak vahiy desteği ile hakikati bulabilir. Akıl fikre binerek kâianatta ve semavatta bir seyahate çıktığında müşahede ettiği her şeyi derk edemez. Akıl o seyahatte, hangi tarafa baktıysa, dehşet ve vahşet ve hayret ve korkmak alır, seyahate çıktığına bin pişman olur. Bu durumda akıl, bütün bütün bozulur muvazenesi kaybolur. Akıl bu seyahat sonrası “Bizim vazifemiz güzel hakikatleri görmek ve göstermek iken, böyle Cehennem gibi çirkin ve azaplı manaları bilmek, müşahede etmek vazifesinden istifa ediyoruz ve istemiyoruz” derken, birden “Allah göklerin ve yerin nurudur.”5 tecellisiyle, “Gökleri ve yeri yaratan.”6 ve “Ay’ı ve Güneş’i itaat ettiren! Âlemlerin Rabbi. And olsun ki yakın göğü Biz kandillerle süsledik.”7 ve “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip süsledik.” gibi çok isimler, her biri birer güneş gibi. “Bundan başka semâya da iradesini yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti.”8 gibi ayetlerin burçlarında tulû ettiler. Bütün semavatı nurla, meleklerle doldurdular, bir büyük camiye ve mescide ve ordugâha çevirdiler. O seyyah “Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan salih kullarının yoluna ilet” cereyanına girdi.9 Dâllînden, “Yahut onların amelleri, derin bir denizin karanlıklarına benzer.”10 den kurtuldu. Birden, Cennet gibi muntazam, güzel, muhteşem bir memleket gördü. Her tarafta Hâlık-ı Zülcelâli bildiriyorlar bir vaziyeti müşahedesiyle, akıl ve hayalin kıymetleri ve vazîfeleri bin derece terakkî etti.”11 Böylece akıl Kur’ân’ın nuruyla kâianatta tecelli eden manaları müşahede etti, hakikate mülâki oldu.
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 42.
2- Yâsin Suresi: 68
3- Nisâ Suresi: 82
4- Yâsin Suresi: 68
5- Nur Suresi: 35
6- En’âm Suresi: 1
7- Mülk Suresi: 5
8- Bakara Suresi: 29
9- Fâtiha Suresi: 7
10- Nur Suresi: 40
11- Şualar, s. 671.