"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Velveleye vermemek lâzım!” - Kapanması gereken kapılar -74

Abdülbakî ÇİMİÇ
26 Mayıs 2025, Pazartesi
Bediüzzaman, ‘velveleye vermemek’ meselesini bir meşveret cümlesi içinde istimal ediyor.

Velvele; gürültü, patırtı, yaygara olarak bilinir. ‘Velveleye vermek’ ise ortalığı gereksiz telâşa ve heyecana düşürmektir. Hâlbuki insan, ihtiyâtla, telâşsız, velveleye vermeden hareket etmelidir. Teennî, sabır ve itidâl-i dem bir mü’minin en mümeyyiz sıfatları olmalıdır. Risale-i Nur hizmetlerinin devamı şahsa değil, şahs-ı mânevîye bağlıdır. Şahs-ı mânevîyi ise mütesânid bir şûrâ heyetinin temsil etiği bilinen bir hakîkattir. Haklı şûrâ ise ihlâs ve tesânüdü netice verir. Eğer şûrâlar şahıslara ve gruplara bağlı hareket ediyorsa bu doğru değildir. “Meşverette hüküm ekserindir… Mebus hürdür, hiçbir tesir altında olmamak gerektir. ”1 cümlesi hepimizi bağlar. Şûrâ temsilcileri üzerinde tahakküm kurmak “Benim de şimdi bir reyim var.”2 diyen Bediüzzaman’dan ders alan talebelerin hukukuna bir haksızlıktır. Bu hizmetin meşrûiyeti, hür ve müstakil olmasına bağlıdır. Böyle bir hizmetin işleyişi meşveretle kâimdir. Kimse kimseyi tahkîr etmemeli, tahakkümü altına almamalıdır. Herkes meşrû zemin olan şûrâ ve meşveretlerde şâhâne hür ve serbest olmalıdır. Bediüzzaman “Ben zaten bir zemin istiyordum ki, efkârımı onda beyan edeyim”3 dediği gibi, bizler de meşrû zemin olan meşveret ve şûrâ zeminlerinde efkârımızı beyan edebiliriz. Bundan başka yollara tevessül etmek meseleyi velveleye vermek kábilinden gereksiz ve zararlı işlerdir. Kanaatimiz odur ki hiçbir karşılığı da yoktur.

İstibdâd-ı ilmîye

İslâm târihine bakıldığında bütün tefrikaların ve fırka-i dâlle mezheplerin altında ilmî istibdâd yatmaktadır. Bu mesele o kadar mühimdir ki Bediüzzaman’a “Bence taklidin temelini atıp, ihtilâfâtı çıkarmakla, Mûtezile, Cebriye, Mürcie, Mücessime gibi dalâlet fırkalarını İslâmiyetten intâc eden mesâil-i diniyedeki istibdâd-ı ilmîdir”4 tespitini yaptırmıştır. Demek neymiş? Mûtezile, Cebriye, Mürcie, Mücessime gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden, istibdatmış. İnsan bazen bilmeyerek isdibdâd-ı ilmîyeye kayarak ne kadar zarar verdiğinin farkında mı acaba? İnsan istibdâdın bu çirkin vaziyetini nasıl irtikab edebilir? Buna Bediüzzaman’dan cevap şöyledir:

Suâl: “İstibdat o kadar fena bir şey iken, niçin herkes bir çeşit ile onu irtikâb ederdi?”

Cevap: İçinde tefer’unun lezzet-i menhusesi ve tahakküm ve tehevvüs-ü Nemrudâne vardı.”5

Öyleyse “Zulümde, fıskta, kebâirde birer menhus lezzet-i şeytâniye bulunabilir.”6 İstibdatta da böyle menhus bir lezzet, tahakküm ve Nemrut gibi heveslenme vardır. Onun için nefs-i insaniye bu çirkin fiili irtikâb edebilir. Çünkü bu fiilde “Ya bir lezzet-i menhuse veya tehevvüs-ü süflî bir içtihâd-ı hatâ onu aldatmış”7tır. O da kendisini iyi zannedip sû-i zan yolunu açmıştır.

Bediüzzaman’ın istediği üç vazife...

Bediüzzaman, hizmet-i Kur’âniyede çalışkan ve kuvvetli Ahmed Nazif’e “Risale-i Nur’un kolayca hüsn-ü intişârı, senden üç şey istiyor” der ve bunları şöyle sıralar:

Birincisi: İtidâl-i dem. Yani hilm ve teennî ve ulüvv-ü cenâb göstermek.

İkincisi: Vazife-i hizmette kanaat etmek, müşkilpesend olmamak. Yani bu acîb hâlât-ı ruhiyede ve ahlâk bozulması bir zamanda bazı zâtların Risale-i Nur’dan cüz’î istifadelerini kabul etmek. Sâir kusurlarına binâen reddetmemek.

Üçüncüsü: Kendi vazifemizi yapmak, Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmamak. Yani muvaffak etmek ve halklara kabul ettirmek ve hüsn-ü tesir vermek; Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir, bize ait değildir. Biz yanlış bir tedbir ile kaçırmamak şartıyla ne kadar onlar kaçsalar, çekilseler belki de itiraz etseler, biz me’yus olmamalıyız, şevkimiz kırılmamalı. Belki daha ziyâde ihlâs ile çalışmalıyız. Kardeşim! Risale-i Nur’un verdiği manevî kazanca mukábil lüzum olsa hayat ve ruh verilmek lâzım iken, bazı hissiyat-ı dünyeviye ve bazı ahlâk dahi onun için feda edilmeli. Ve asabiyet ve hiddet-i haysiyet gibi damarlar bu ulvî işe karıştırmamalı, belki feda edilmeli.”8

Öyleyse teennî ile, meşveret ile, ihtiyat ile bu kudsî hizmete çalışmak gerekir. Bediüzzaman da “Siz meşveretle ne lâzımsa yaparsınız. Fakat ihtiyatla, telâşsız, velveleye vermemek lâzım.”9 demiyor mu? Bizlere düşen mümkün olduğu kadar itidâl ve teennî ve sabır gerektir. Her halde meşveretle ve teennî ile hareket ederek her meselemizi üstadımız olan şahs-ı maneviye tevdi’ edebiliriz.

Dipnotlar:

1- ESDE, Münazarat, s. 119.

2- ESDE, Divan-ı Harb-i Örfi, s. 164.

3- ESDE, Münazarat, s. 175.

4- Mektubat, s. 78 .

5- ESDE, Münazarat, s. 209.

6- Muhtelif Lahikalar, Kastamonu Mektupları.

7- Emirdağ Lahikası-I, s. 174.

8- ESDE, Münazarat, s. 169.

9- Emirdağ Lahikası-I, s. 260.

Okunma Sayısı: 269
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı