Beklendiği gibi oldu.
Eski İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan Yargıtay’ın üyesi yapılıp kapısından girdiği gün aday olduğu bir seçimde her nasılsa(!) en yüksek (107) oyu aldı ve 65 ile 52 oy alan diğer iki adayla birlikte adı Saraya gitti. Erdoğan da uzun bir bekleyişten sonra kendisini Anayasa Mahkemesi Üyeliğine atadı.
Önden söyleyelim: Bu yazıda konumuz hemşehrimiz olan ve şahsen de tanıdığımız Fidan’ın kişiliği, liyakati ve hukukçuluğu vs. değil. İşin dedikodu kısmı da değil.
Yine önden söyleyelim: Anayasa Mahkemesi’nden ve Başkanı Prof. Dr. Zühtü Arslan’dan bu atamaya itiraz ya da dik duruş beklemiyoruz, bekleyemiyoruz. (Ama sadece, bu vesileyle, 1992’de Özal tarafından Prof. Dr. Süleyman Arslan’ın üyeliğe atanmasına “usûlsüz” olduğu gerekçesiyle karşı çıkıp dik duran ve yerine yine Özal tarafından Prof. Dr. Sacit Adalı’nın atanmasına sebep olan eski AYM’yi ve başkanı Yekta Güngör Özden’i hatırlatmak istiyoruz).
Yine şunu da önden söyleyelim: Eminiz ki bir süre sonra Erdoğan ve -başta İçişleri Bakanı olmak üzere- güvenlik bürokrasisi İrfan Fidan’ın katkı yapacağı kararları da kıyasıya eleştirecek. (Aynen Erdoğan’ın atadığı önceki üyelerle alınan az da olsa özgürlükçü kararlar hakkında şimdilerde olduğu gibi).
Daha önce, kıymetli birilerinin rektör atanabilmesi için, kanundaki üç yıllık kıdemli profesör olma şartının, TBMM’de bir geceyarısı operasyonuyla bir torba kanuna eklenen bir mızrak hükümle -ve aslında gerçek paralel devlet eliyle ve TBMM bypas edilerek- “kişiye özel” bir biçimde kaldırıldığını ve “o kıymetlimizin” ataması tamamlandıktan sonra yeni bir kanun değişikliği ile tekrar aynı şartın yerine konduğunu görmüş bir ülkedeyiz.
Ama Fidan’ın atanmasında problem, liyakat temalı bir konu olarak “AKP kendisine uygun adam mı bulamıyor, nedir bu ‘kişiye özel’ uygulamalar” meselesinden farklı. Burada bir “kör parmağın gözüme” ya da “kör parmağım gözüne” durumu var.
Koca Yargıtay’ın koca koca 107 üyesi, nasıl oldu da, daha önce tanışmadıkları, kurullarda beraber olmadıkları, koridorlarda gezip üyelerin kapılarını yoklayıp -yıllar içinde bazılarına bizim de bizzat şahit olduğumuz türden- “ben de adayım, bilginiz olsun, desteğinizi beklerim” türünden klâsik seçim faaliyetlerinin hiçbirini yapmadığı açık olan bir paraşüt adayı; bir gün içinde, tanıdı, uygun buldu ve en yüksek oyla ödüllendirdi?
Belli ki burada bir “dış yönlendirme” var. Ve yönlendirme varsa yönlendiren de var. Ve “tuzu kokutucu” bu durum Anayasaya açıkça aykırı.
Benzer yönlendirme sekiz on sene önce de olmuştu. 2010 Anayasa referandumu sonrasında “yargıya demokrasi getirme” vaadiyle oluşturulan yeni AYM ve yeni HSK kontrolündeki yeni Yargıtay’da o zaman yapılan seçimlerde şimdi çoğu “…ÖCÜ” olarak anılan ve adlandırılan yüz altmış kadar üye, Adalet Bakanlığı eliyle ve “hükümet-cemaat ortaklığı” adı verilen illegal yapılanma sayesinde tek elden yönetiliyordu. Hatta öküz ölüp de ortaklık bozulunca bu durum daha sonra onların “emirle hareket eden örgüt üyesi” olduğuna delil yapıldı.
Biz o zaman bu yanlışı defalarca eleştirdik ve “yargıya demokrasi sizinle gelmez” dedik.
Bilhassa yorumlarıyla birlikte okumanız için linkleri verelim (İkinci yazının ikinci yarısı doğrudan konu ile ilgili bir örnek olayı içerir):
https://www.yeniasya.com.tr/2010/10/12/yazarlar/abattal.htm
https://www.yeniasya.com.tr/ahmet-battal/bagimsiz-basortululer_201051
https://www.yeniasya.com.tr/ahmet-battal/yargiya-demokrasi-sizinle-gelmez_214467
https://www.yeniasya.com.tr/ahmet-battal/yargiya-demokrasi-sizinle-gelmez-2_214502
Aynı gerekçelerle bugünü ve bu atamayı da eleştiriyoruz. Üzgünüz, ama yarın yine haklı çıkacağız.
Ne olursunuz, yargıyı kendi haline bırakınız ki sizden uzaklaşıp adalete yakınlaşabilsin.