17 Eylül 2011, Cumartesi
Peygamber Efendimiz (asm) Huneyn Seferi dönüşü ganimet mallarını sayıp hisselerin hesaplanması işini Zeyd b. Sâbit’e, bölüştürme ve dağıtma işini de Ebu Cehm’e vermişti.
Peygamber Efendimiz (asm); ganimet mallarının Kur’ân-ı Kerîm’e göre (Enfâl Sûresi, 41) kendisine teslim edilen beşte birinden “Müellefe-i Kulûb”a (kalbleri İslâmiyet’e ısındırılacak, alıştırılacak olanlara) dağıtım yaptı ki, bunlar halkın eşrafından olup, hem kendilerinin, hem kavimlerinin İslâmiyet’e ısındırılıp alıştırılmaları, kazandırılmaları gerekiyordu. Zaten, bunlar, zekât ve sadaka verilecekler arasında bulunuyorlardı.
Müellefe-i Kulûb, Ebu Süfyan, Akra’ b. Habis, Uyeyne b. Hısn, Abbas b. Mirdas, Malik b.Avf ve Hakîm b. Hizam... gibi, Kureyş kabilesinin liderlerinden, Arapların ileri gelenlerinden olup kavimleri arasında nüfuzlu, güçlü ve birçok tâbileri bulunan kişilerdendiler. Müellefe-i Kulûb’dan bazıları gerçekten Müslüman olmuştu. Bazıları, görünüşte Müslüman, bazıları ise, Müslümanlarla barış yapmış müşriklerdendiler. Peygamberimiz (asm) bütün bunlara sadaka ve ganimetlerden vermekle, bazılarından gelebilecek kötülükleri önleyip Müslümanların gönüllerini rahatlatmayı, Müslümanlıkları henüz güzelleşmemiş olanların da Müslümanlıklarını geliştirip güzelleştirmeyi gerçekleştirmek istemiştir. Müellefe-i Kulûb’dan sayılanların, Uyeyne b. Hısn’dan başka hemen hepsi, sonradan imanlarını sağlamlaştırmış, ilim ve faziletleriyle tanınmışlardır.
Resûl-i Ekrem’in (asm) bu cömertliği düşmanlarını dost ediyor ve bunların herkesten çok onu methetmelerine sebep oluyordu. Ebu Süfyan; üç yüz deve ile yüz yirmi ukiyye gümüşü alınca Peygamberimize (asm), “Sen ne kadar kerem ve iyilik sahibisin. Seninle savaştığım zamanlarda, sen ne güzel savaşçı idin. Seninle barış yaptığım zamanda da, sen ne güzel barışçı idin. Senin bu yaptığın; keremin, iyiliğin son derecesidir. Allah seni hayırla mükâfatlandırsın” diyecektir. (Vâkıdî, Megazî, c. 3, s. 945)
Ganimet malları arasında dolaştığı sırada, Safvan b. Ümeyye Peygamberimizin (asm) yanında bulunuyor; develer, davarlar ve çobanlarla dolu vadiye doğru bakıp duruyor, Peygamberimiz (asm) de onun hâlini göz ucuyla süzüyordu. Safvan b. Ümeyye vadinin içindeki mallara bakışını uzatınca, Peygamberimiz (asm) ona, “Ebu Vehb! O vadi pek mi hoşuna gidiyor?” diye sordu. Safvan, “Evet!” deyince Peygamberimiz (asm):
“O vadi de, içindekiler de senin olsun.” buyurdu. Bunun üzerine, Safvan kendisini tutamadı, “Peygamber kalbinden başka hiçbir kimsenin kalbi, bu derece (mâsivadan) pâk ve üstün olamaz” dedi. Kelime-i Şehadet getirip hemen orada Müslüman oldu.
Peygamberimiz (asm) Ci’râne’de Müellefe-i Kulûb’a bol bol ihsanlarda bulunduğu zaman, Sa’d b. Ebi Vakkas, “Yâ Resûlallah! Cuayl b. Sürâka’yı bıraktın da, Uyeyne ile Akra ve benzerlerine yüzer yüzer develer verdin?” dedi. Peygamberimiz (asm), Allah’a yemin ederek “Uyeyne ve Akra’ gibi kişilerle yeryüzü dolup taşsa, Cuayl b. Sürâka onların tümünden daha hayırlıdır. Fakat ben bunları İslâmiyet’e ısındırmak, alıştırmak için kolluyor, Cuayl b. Sürâka’yı ise sımsıkı bağlı olduğu Müslümanlığına ve ahirette kendisine hazırlanmış üstün mükâfatlara havale etmiş bulunuyorum” buyurdu. (İbn Hişam, Sire, c. 4, s. 139)
Peygamber Efendimiz (asm) Huneyn ganimetini dağıttığı sırada Benî Temimlerden bir adam gelip “Senin adalet yapmadığını gördüm. Adalet yap yâ Resûlallah!” dedi. Peygamberimiz (asm) kızdı. Ona, “Yazıklar olsun sana! Ben adalet yapmazsam, kim adalet yapar? Ben adalet yapmış olmasaydım umduğuma ermezdim; sen de, bana tâbi olduğun için, ziyan etmiş, eli boşa çıkmış gitmiştin.” buyurdu. Hz. Ömer (ra) boynunu vurmak için izin istedi.
Peygamberimizin (asm) Ebu Süfyan ve arkadaşlarına ihsanlarda bulunup Ensar’a bu beşte birden bir şey vermemesi, onların gönüllerinde bir kırgınlık meydana getirmişti. Peygamberimiz (asm) Ensar’ı toplayıp Allah’a hamd ü senada bulunduktan sonra:
“Ey Ensar cemaati! Ben sizi dalâlete düşmüş kimseler olarak bulmadım mı? Sizler yollarını şaşırmış kimseler iken, ben sizin yanınıza gelmedim mi? Allah’ın hidayeti, size benim yüzümden erişmedi mi? Sizler yoksul iken Allah benim yüzümden sizleri zengin kılmadı mı? Sizler birbirinize düşmanlar iken, Allah kalblerinizi benim yüzümden birleştirip ısındırmadı mı? Sizler parçalanmış, darmadağın olmuş bir durumda iken, Allah sizleri benim yüzümden derleyip toparlamadı mı?” diye sordu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 42, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 104)
Ensar, “Allah bizi senin sayende nura, aydınlığa çıkardı. Sen bizi bir ateş çukurunun başında buldun. Allah bizi senin sayende ondan kurtardı. Sen bizi dalâlet ve şaşkınlık içinde buldun. Allah bizi senin sayende doğru yola kavuşturdu. Biz Allah’ı Rab, İslâmiyet’i din, Muhammed’i de peygamber olarak kabul etmiş bulunuyoruz. Allah ve Resûlunün üzerimizdeki minnet ve nimetleri üstündür. Allah’a ve Resûlune minnettarız.” dediler.
Peygamberimiz (asm), umduğu cevapları alamamıştı. Ensar, kavuştukları bütün nimet ve ihsanların Allah’tan ve Resûlü yüzünden olduğunu söylediler. Resûl-i Ekrem (asm) konuşmasını şöyle tamamladı:
“Ben sizleri sımsıkı bağlı bulunduğunuz Müslümanlığınıza ve sizin için ahirette hazırlanmış bulunan üstün mükâfatlara havale edip, küfür çağına çok yakın olan yeni Müslüman olmuş veya olmak üzere bulunan birtakım adamların kalplerini İslâmiyet’e ısındırmak, alıştırmak maksadıyla kendilerine dünyalık verdiğimden dolayı ne diye kalplerinizde kırgınlık ve üzüntü duyuyorsunuz? Birtakım insanlar aldıkları dünyalıklar, davarlar ve develerle çıkıp giderlerken, sizler Resûlullah ile birlikte yurdunuza dönüp gitmeye razı değil misiniz? Vallahi, sizin Resûlullah’la birlikte dönüp gitmeniz, onların dünyalıklarla dönüp gitmelerinden daha hayırlıdır.”
Ensar buna razı olduklarını söylediler. Peygamberimiz (asm):
“Sizler hassınız (seçkin ve olgun kişilersiniz). Sair insanlar ise, avam (halk) takımıdırlar. Muhakkak ki, sizler, benden sonra, yakın bir gelecekte, başkalarının sizlere üstün tutulacağını da göreceksiniz. Allah’a ve Resûlüne kavuşuncaya kadar, sizler buna da sabredip katlanınız.” buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 42, Müslim, c. 2, s. 734)
Peygamberimiz (asm), “Kıyamet günü, ben havuz başında bulunacağım. Sizinle buluşma yerimiz havuz başı olsun. Benden sonra Bahreyn gelirlerinin herkesten ayrı olarak size tahsisi için Bahreyn’e yazacağım. O zaman, o, sizin için fetihten daha üstündür.” buyurdu.
Ensar, Resûlallah’a “Senden sonra, bize dünya gerekmez.” dediler. Peygamberimiz (asm) yemin ederek “Eğer hicret fazileti olmasaydı, Allah bana muhacirlerden biri olmak ismini vermeseydi, Ensar’dan bir fert olmayı ister, Ensar’dan bir fert olurdum. Eğer bütün halk bir yol tutup gitse, Ensar da bir yola yönelse, hiç şüphesiz, Ensar’ın yöneldiği yolu tutardım. Ey Allah’ım! Ensar’ın oğullarına, onların oğullarının oğullarına rahmet et.” diyerek duâ etti. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 77)
Duydukları karşısında Ensar, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. Onların gözlerinden akan yaşlar sakallarını ıslattı. Peygamberimiz de (asm) onlarla birlikte ağladı. Ensar: “Biz, ganimet hissesi olarak Resûlullah’a razıyız.” dediler. Bundan sonra, Peygamberimiz (asm) konak yerine döndü. Ensar da dağıldı.
Okunma Sayısı: 2540
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.