Hidayet dahil herşey Allah’tan’dır. Ama, hidayete ermemek O’ndan değil, istemeyenlerden dolayıdır.
Püf nokta şudur: Kolumuzu kaldırmak, yürümek, bir iş yapmak gibi her şey Allah’tandır. Zira, bunların olabilmesi için yüzlerce fizikî, biyolojik faaliyetlerin harekete geçmesi gerekir.
Kolumuzu kaldırmayı isteyeceğiz, bu beyne iletilecek, o bütün unsurları harekete geçirecek ve bu fiil olacak! Lokmayı ağzımıza koyuyoruz. Yukarıda saydığımız yüzlerce işler dönüyor. Keza yürümek ve keza düşünmek. Bizim işimiz, sadece hür irademizle “istemekten” ibarettir. Biz sadece isteriz. Bu işlerin meydana gelebilmesi için lâzım olan kanun, sistem, hülâsa her şey yapan Kudret-i İlâhiye’dir.
Hidayet de Allah’tandır. Bütün şartlarını oluşturan Allah’tır. Biz sadece isteriz. Meselâ, namaz kılmak Allah’tandır. Suyu yaratıp abdest almamızı, kıyamda durmamızı, tekbir getirmemizi, selâm vermemizi yaratan Allah’tır. Kur’ân’ı da inzal eden ve okumamızı, konuşmamızı da sağlayan O’dur.
Yalnızca abdest ve namaz için yüzlerce, binlerce element, bağlantı ve iş lâzımdır ve bunların da düzenli olarak, kanunlar çerçevesinde işlemesi gerekir. Bizim bunlardan haberimiz, bilgimiz olmadığı gibi, kontrol, takip oluşturma gücümüz de yoktur. Her şey Kadir-i Mutlak olan Allah’tan’dır.
Peki, namaz kılmamak için ne lâzımdır? Hiçbir şey. Yerimizden kıpırdamazsak, namaz kılmamış oluruz ve bunun müsebbibi biz oluruz. Keza, zekât, oruç, hac da böyledir.
Yemek, içmek, uyumak, gezmek, faaliyet yapmak da böyledir. Hepsi Allah’tandır. Yalnızca “helâl” veya haram olmalarını biz tayin ederiz. Hidayet de Allah’tandır:
“Cenab-ı Hakk’ın, istediği kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur” denilmiştir. Öyleyse, iman, Şems-i Ezeliden vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuâdır ki, vicdanın içyüzünü tamamıyla ışıklandırır. Ve bu sayede, bütün kâinatla bir ünsiyet, bir emniyet peyda olur ve her şeyle kesb-i muarefe eder. Ve insanın kalbinde öyle bir kuvve-i maneviye husûle gelir ki, insan, o kuvvetle her musîbete, her hadiseye karşı mukavemet edebilir. (Bediüzzaman, İşaratü’l-İ’caz, Enstitü/internet, s. 46)