“İslâmî kesimlerin Bediüzzaman’a ilgisizlikleri kabul edilemez!” diye eleştiren Kaplan’a katılıyor ve keşke siz de çok, çok daha önce, Risale-i Nur’u ve Bediüzzaman’ı ilk tanıdığınız ve “dili çok zor anlamıyorum!” dediğiniz o günlerde başlayıp anlamaya çalışılsaydı, diyoruz!
Ve keşke, “İslâmî kesimler”, zihinlerini “gizli ifsat komitelerinin, Kemalizmin, müstebit sistemin” prangaları olan “propaganda” ve “önyargılarından” bir an önce temizleyip Risale-i Nur’u okuyup Bediüzzaman’ı anlamaya çalışsalar!
Ve keşke hem o, hem de İslâmî kesimler, hem de Nur Talebeleri elbirliğiyle şu hakikatlere göre hareket edebilseler:
“Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azim bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telâhuk-u efkârından (fikirlerin birbirine eklenmesi ve ilâve edilmesi ve birikiminden) ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından (bir şeye körü körüne yapışmaktan) azade olarak tam ihlâslarından doğan dahi bir şahs-ı manevide bulunur. İşte, Kur’ân’ı ancak böyle bir şahs-ı manevî tefsir edebilir. Çünkü “Cüzde bulunmayan, küllde bulunur” kaidesine binaen, her fertte bulunmayan bu gibi şartlar, heyette bulunur. (Bediüzzaman, İşaratü’l-İ’caz, Enstitü/internet, s. 13)
Ve keşke İhlâs Risalesi’ndeki şu muhteşem fikir ve ilim hürriyeti sırrını yakalayabilsek:
“Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.” (Bediüzzaman, Lem’alar, s. 165)
Fert meseleleri tek akılla değerlendirir, iki gözle görür, iki kulakla işitir. Cemaat/meşveret ise yüzlerce akıl, binlerce gözle görür, işitir, bütün cepheleriyle değerlendirir. Yüz binlerce beynin, Risale-i Nur’u “thing-teng/beyin fırtınalarıyla” okuyup müzakere ettiğini düşününüz!
Ve keşke, bir an önce “hürriyet, meşveret, yani, fikirlere saygı, katılım, kollektif şuur, sorgulama, şeffaflık bir an önce gelse:
“Meşrûtiyet/demokrasi hükûmete (devlet sistemine, yapılanmasına) düştüğü vakit, fikr-i hürriyet meşrûtiyeti her vecihle uyandırır. Her nev’îde, her taifede onun sanatına ait bir nev’î Meşrûtiyeti tevlid eder. Hatta ulemada, medariste, talebede bir nevi Meşrûtiyeti intâc eder. Evet, her taifeye ona mahsus bir Meşrûtiyet, bir teceddüd ilham olunuyor.” (Eski Said Dönemi Eserleri, Münâzarât, s. 164)
Nur Talebeleri bunca inkırazlara, baskılara, zulümlere, mahkemelere, müstebit sistem, Kemalizm, Deccalizm/Süfyanizmle mücadelelere rağmen, ancak bu kadar anlayabildiler.
Keşke Kaplan ve İslâmî kesimler, bu hususlarda Nur Talebelerine omuz verselerdi!