Bir sonraki istasyon kabir. İnsan bir yolcudur.
“Belâ” makamındaki ruhanî sözleşmeye uyma sözü vermiş olan ruhu, ana rahminde kendisine emanet edilerek başlayan yolculuğu; çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar devam edecektir. Yolculuğunun şuuruna erdiğinde kendisine sonsuza giden bu trendeki uyması gereken emir ve esaslar ve gelecekteki istasyonlar Kur’ân denilen bir fermanla bildirilmiştir. O Ferman Kâinatın iftiharı olan Peygamberimiz (asm) tarafından örnek bir yaşayışla da kavlen ve fiilen açıklanmıştır.
Evet ebedî bir saadeti kaybetme ve kazanma davası hepimizin başına açılmış bulunmaktadır. Hayat, ekspres olarak geçivermektedir. Dünyanın gayr-ı meşru lezzetlerine uzatılan eller ise zehirli dikenlerin batmasıyla parçalanıp ızdırap vermektedir. Dünyada imansız olarak dört başı mamur mutlu olan bir tek insan yoktur. Bu şekilde mutlu olduğunu söyleyenler de net olarak ifade etmek gerekirse “yalan” söylemektedirler.
Bilhassa günümüzün uyutucu ve uyuşturucu şu gayr-i meşru yaşayış tarzı karşısında Müslümanlar başını iki elinin arasına alıp iyice düşünmelidir. Evet; fânî cam parçalarını bilerek ebedî elmaslara tercih ettiren bir vaziyet söz konusu. Bu durum kendisini Müslüman olarak tanımlayanların imanında onulmaz yaralar açmaktadır.
İnanıyoruz ki ve hatta gözümüzle görüp elimizle yolcu ediyoruz ki; Kabir istasyonunda ebediyete hareket etmeyi bekleyen milyarlarca yolcu şu anda Münker ve Nekir’in sorularına muhatap olmuş veya Cennet Bahçesi namındaki çok yıldızlı bekleme mekânında beklemektedirler. Ya da -çoğunlukla şu modern zamanın sanal fantezilerinin esaretinde- hayat sermayelerini boş yere imha ederek kıymetli ömürlerini kıymetsiz şeylerde mahvedip; içlerinde bir ejderha gibi besledikleri şan, şöhret, mevki, mal ve gayr-i meşru birçok nefsani zevklerinin ihanetleriyle Cehennemî bir halde bulunmaktadırlar.
“Bütün bunlara ben inanmıyorum… vs.” diyenler yok mu? İşte onlar bulundukları trende, ileriye geriye koşuşturup çaresizliğin çıkmazında çırpınmakta ya da vicdanlarını tefessüh ettirip, akıllarını uyuşturup “mutlu imiş…” gibi yapmaktadırlar.
“Dikkat!” Evet; bir tarlayı, bir bahçeyi, bir sevgiliyi, bir makamı, bir şöhreti vb. şeyleri kaybetmek değil. Sonsuz bir saadeti kaybetmek ve Yüce Yaratıcı Cenab-ı Hakk’ın cemalini görmekten mahrum kalmak söz konusu. Dahası… Bir de sonsuz Cehennem var…
O halde en mühim mesele kabre imanla girmektir. Çaresi mi? İmanı taklitten tahkike çevirerek kuvvetlendirmektir. Yani takviye etmek. Ve imanı muhafaza için beş vakit namazını hakkıyla eda etmek, namazın nihayetindeki tesbihleri yapmak, sünnete uymak, yedi kebairi işlememektir!
Evet! Ey nefis! Bir sonraki durak “kabir”. Ve bu durak çok önemli. “The next station is Kabir.” Sen bilirsin...