Dağcılar, çöl yolcuları ve turistler için rehber ve kılavuzun hayatî önemi olduğunu bilirsiniz.
Şu halde, müşahede veya metafizik âlemlerdeki gerçeklere ulaşmada da çok daha ehemmiyetli değil mi? Müze ve fuarı ziyaret edenler ne kadar akıllı, ne kadar zeki olurlarsa olsunlar mutlaka bir rehbere ihtiyaç duymazlar mı?
Göçmen kuşları, balıklar, karıncalar ve sair hayvanlara bile önder tayin edilirken insanoğlu nasıl “kılavuzsuz-delilsiz-rehbersiz” bırakılabilir? Yegâne rehber, gerçek mânâdaki kılavuz, “İşte onlar Rablerinden bir hidayet üzeredirler” âyetinin işaret ettiği gibi yalnız Allah’tır. O’nun, “yol gösteren” anlamındaki “Hâdi” ismi bunu ifade eder. Yine, Esma-i Hüsna’dan “el-Habîr” (her şeyden haberdar olup iç yüzünü bilen ve her şeyi haber veren), “er-Reşîd” (bütün işleri ezelî takdirine göre yürütüp dosdoğru bir nizam ve hikmet üzere akıbetine ulaştıran), “el-Mürsîl” (istikamet ve imân yolunun bulunabilmesi için vahiy, melek ve peygamberleri gönderen) isimleri de dolaylı olarak “el-Hâdi”nin etrafında halelenir.
Rabbimizin rehberliği sebepler dairesinde cereyan etmektedir. Dolayısıyla, melekler, peygamberler, vahiy, Kur’ân ve insanlığın yıldız şahsiyetleri mürşitler, hatta kâinat kitabı vs. birer rehber ve irşat vesileleridir. Genel bir muallim ve mürşit ve vahyin mahsulü olan Kur’ân, şuur ehline imam, cin ve inse mürşit/doğru yolu gösteren, olgun insanlara rehber, hakikati arayana muallim, kalplere kut, gıda; akıllara kuvvet, gına; ruha mâ (su) ve ziya; nefislere deva, şifa; bütün tabakaları kuşatan ebedî bir hitap; bütün insanlara rahmettir.
Adalet de doğrudan doğruya Kur’ân’ın gösterdiği yol ile olabildiği gibi, nefis terbiyesi ve gerçek, isabetli, doğru eğitim de ancak onunla kemaliyle gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla keşif, olağanüstü hal, keşif ve keramet gibi durumlar ancak Kur’ân’ın ruh/duygu eğitimi ve nefis terbiyesiyle mümkündür.
Ancak Hadi-i Mutlak olan yegâne rehber karşısında onlara vesilelik ve sebebin dışında bir makam vermemek gerekir. Isı ve ışık bize bir ayna vasıtasıyla gelir. Biz de, güneşe minnettar olmaya bedel, aynayı kaynak telâkki edip, güneşi unutup ona minnettar olabilir miyiz? O halde cinnetimizi ilân etmez miyiz?