Yol boyunca çiçek açmış ağaçlar… Bir şarkı gibi duruyorlar. Bir türkü... Bir şiir... Nasıl da gülüyorlar öyle! Atmışlar kış yorgunluğunu üstlerinden: “Ölmüştük, kurumuştuk; diriliştik.” diyorlar.
*
Sen de at artık şu “ölüm” dendi mi göz yummalarını. Otur, konuş; sana da ha geldi ha gelecek ölümle. Şu baharı bir daha dinle. Dirilişi/ni gör/meden geçme. Boşa gelmedi bu bahar; koşa koşa. Sen de duy bir kelebeğin heyecanını!
*
Bir mezarlığa git! Git de servilere başını kaldır, bak. Elif, Elif diyen çığlıklarını duy!
Şehrin bir duvar ötesinde bu şehirden şehirliler niye uzak demeyi bırak da sen gel, ölülerle, ölümle, bu “suskun çığlıkl”arla konuş. O arabaların sesi ne kadar cılız; buradan duyunca. Bu şehre ne kadar “uzak” şu akan şehir; değil mi!
*
Kuşları dinle, sessizliği dinle... Çiçeklenmiş mevsime göz kırp! Hayata ve ölüme bir isim de sen ver; verebilirsen eğer her nefes.
*
Bir şey diyecektim; ölümden, hayattan yana.
Bir şey... zamanların uçarılığına...
Başlamadan biten gün doğumlarına...
Ölüme ve hayata dair…
Darmadağınıklığına bakışlarımın…
*
Bir bilebilsek; buraya niçin geldiğimizi! Ayın, güneşin yıldızların... niçin döndüğünü... Mevsimlerin; niye böyle albenili olduğunu... Çekirdek ağaca, kış yaza çevrilirken... topraktan çıkacağımızı adımız gibi bilsek...
*
Anlatmalı vakitten; ümidin renginin olduğunu! Bir papatyanın ümitsizliği soldurduğunu...
*
Görmemiz gerkenler var/dı. Ve bilmemiz, duymamız… Bu yüzden buradayız. Yaşa(n)mamış gibi bir hayat olabilir mi!
*
Bir çiçek kaç kelimeyle bakılırsa o kadar tebessüm eder! Takıp takıştırsana, serpelesene kelimelerini şu bin bir baharın, neyse işte mevsimlerin üstüne. Bi’ bahar dalı okumayı denedin mi hiç? Git, bi’ çiçekle göz göze gel; dur öyle! Ben dün durdum. Bi’ konuştum erik ağacıyla; aşk meşk gibi işte! Yok söylemem; ağaçla aramızda o!
*
Sabahın ilk ışıkları... Ufuk kana bulanmıştı... gibi başlar; genellikle romanlar, hikâyeler. Hayatımız her dem koç roman, kaç hikâye... Bir roman/hikâye/şiir/senaryo... başlasın o zaman:
“Bir nefes daha çekti... Yaşadığını hissetti; ansızın!” Devamını getir gayrı. Ah, neler yazılmaz ki… Yaşamak o kadar kelimeli ki… Yazdıkça, okudukça çoğalıyor hayat.
*
Kainat kitabını okumak, her yaprağın “mektup” olduğunu bilmek... varken; bilelim o zaman ve varlıkların/ hayatın dilini çözmek olsun dersimizin adı. Her kelime/miz hayat evimizi ören bir taş, bir nakış olsun.
*
İşte bak; sabah tazeliği… Deniz taze, gökyüzü taze... Bana, yeniden yeniye bir endaze... Ey dünya, bırak gevezeliği!
*
Hep bir telâş içindesin. Yıldızlara bakarken görmedim seni. Gelinciklerin farkında değilsin; kızıl bir aşk rengindeki... Ya vergi dairesinde ya futbol maçında ya da saçında, sakalında mısın?! Daha sayayım mı yaptıklarını; paraya pula taptıklarını…
*
Bir şeyin iyice farkındayım. Farkında olmadığımın çok şeyin… Başta yaşadığımın…
*
Uyanamayabilirdim; uyandım! Yeniden buldum kendimi. Gözlerim eski yerinde…
Yörüngesinde dünya! Kumruların sesi kulaklarımda… Oh be!
*
Bir “şehir” telâşesiyle geçiyorlar; çiçekli ağaçların yanından! Oldu mu şimdi bu! Bu çiçekler senden selâm bekler. Bakış borcun var bunlara. Tefekkür senin burcun…
Selâm, ey yeryüzünü, gökyüzünü selâmlayanlar…
Selâm ey esma okuyucuları… Sizinle “bakış kardeşliği”miz var.