Kitapta, “De ki: Eğer duânız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?” ( Furkan, 77) deniyor.
Duâ bir arz, bir naz, bir niyaz, bir boyun büküş; bir cihette, Sevgili’ye görünüştür.
Bir makamın önüne vardığınızda, varlığınızdan haberdar etmek için kapısını hafifçe tıklamak gerekmez mi? Her ne kadar defterine dâhil olmuş olsan da…
O, yani Sevgili, yani mevcudatın sahibi yarattığı, “halife” unvanıyla vasıflandırdığı kulunu hiç sevmez mi, hiç, ne hâl üzere olduğunu bilmez mi?
Abdinin hâlini, Rabbi bilir elbette.
Hem bilir, hem bildirir, hem sevdirir; hem de sevilmek ister. Mâhir bir sanatkârın, yaptığı o muhteşem tabloyu, meraklı ve iştiyaklı seyircilerinin arkasından seyretmesi misali…
Rabbimiz de bizi, hem sever; hem de severek seyreder. Niyetleri görmek ister.
Duâ ile sevgi, sanki birbirinin mütemmimi gibidir. Çünkü insan, sevdiğine naz eder; umduğuna niyaz eder.
Allah (cc), eğer kulunu sevmeseydi, yarattığı âciz beşerin sınırlı iktidarının önüne sınırsız nimetleri sermez, ihsanından haberdar etmezdi her hâlde. Sevdiği içindir ki:
“İsteyin!” diyor. “İsteyin ki, vereyim” buyurmuyor mu, bize müstesna fırsat sunmuyor mu bazı günler, geceler?
“Yâr” ve “yârân” kavramı “Sevgili” ve seveni manasında değil mi? Öyle ise, biz, O’na yârân olalım ki, O da bize “Yâr” olsun; gönlümüzü doldursun.
Bunun da en sıcak, en samimî usûlü duâlarla, niyazlarla “Sevgili”nin sinesine sokulmak, sevgisine lâyık olan “kul” olmak.
“Şu dünyada her şey, sevgi üzerine müesses” desek, sanırım mübalâğa etmiş olmayız. Çünkü Âlemlerin Hâlıkı, her varlığı, sevgiden anlar özellikte yaratmış. İnsan; çiçek, böcek, hayvan…
Okşadığınız bir hayvanla, sevgiyle dokunduğunuz bir çiçeğin, sevginizi algılaması noktasında arasında pek fark bulunmaz.
Rengârenk çiçekler; lâleler, güller, menekşeler sevgiyle gelip geçenlere tebessümler sunarlar. Koyun, kuzu sevgiyle meleşir; kuşlar, sinekler, böcekler sevgiyle cıvıldaşırlar, vızıldaşırlar. Hatta bazen cansızlarda bile…
Hatırlanacağı üzere, Efendimiz’in (asm) mescidinde, kendisine yaslanarak hutbe okuduğu hurma ağacından yapılma direğin, O’nun (asm) ayrılığına tahammül edemeyerek enin edip inlemeye başlaması; Gönüller Sultanı Efendimiz’in (asm) gelip, o direği okumasıyla susması, sevginin bir iksir oluşunu en açık dille anlatıyor.
Sevmeyen ruhların ise, olgunlaşıp, insanî semâlara duâ duâ yükselmelerine imkân yoktur. Böyle olmakla beraber sevgiyi doğru anlamak, doğru alanda kullanmak gerekir. Aksi hâlde sevgi, nimet değil, nikmet olur; sevenlerin mah yüzünü soldurur.
Velhasıl: İnsan, duâ ile o makama ermeli; sevdiğini, O’nun için sevmeli.
Değil mi?
Kendisine hediye ettiğim bu naçiz yazımızla, gönlümüzün hiç solmayan çiçeği kızım Figen Abiş Hanımı, “Lavanta Kokusu” adını verdiği bu nadide çalışmasından dolayı tebrik eder; başarılarının devamını Cenab-ı Hak’tan dilerim.