Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ birtek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.
Aynen öyle de, sen, bir hane-i Rabbâniye ve bir sefine-i İlâhiye olan bir mü’minin vücudunda, iman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi, dokuz değil, belki yirmi sıfat-ı mâsume varken, sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla o hane-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakına, tahrip ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şenî ve gaddar bir zulümdür ” (Mektubat, 254) cümlelerini -önce nefsim itibariyle- sanki tam anlamıyoruz ya da farklı tevil ediyoruz diye düşünüyorum ve doğrusu, buna mütehayyirim.
Bu Kur’ânî meseleyi çoğu zaman sohbetlerde okuyoruz, dinliyoruz; ehemmiyetine vurgu yapıyoruz da, günlük hayatta ne kadar nefsimize tatbik ediyoruz veya bu gayretin içinde oluyoruz acaba?
Çoğu zaman şahit olduğumuz bir durum: Bir insan bir hata yapıyor, o hatadan dolayı hemen bir insanın üstü çiziliyor; defterden siliniyor. Yine bir insan bir hata yapıyor ya da yaptığı sanılıyor; varsayılan o hatadan dolayı vazife yaptığı müessese tamamıyla gözden çıkarılıyor ve kara listeye alınıyor. İddia sahibi, iddiasında ne kadar doğru; itham edilen, ne ölçüde kabahatli belli değil.
Hem de bunu yapan, bize vuran; dost bilinen kimseler.
Meşhur bir söz olan “Dinime dahleden bari müselman ola” tabirinin mefhûm-ı muhâlifiyle ben de şöyle diyorum: Tekerimize taş koymak isteyenler keşke bizi bilmeyenler, bizi anlamayanlar olsaydı.
Garaip bir hal! Nasıl bir anlayış biçimi olduğunu anlamakta zorluk çekiyor insan. Burada bir sorun var, bir anlayış sorunu…
Memleketimizin fevkalâde sıkıntılara maruz kaldığı ve el birliğiyle bu sıkıntıların aşılması gerektiği şu olağanüstü günlerinde maalesef kendi kendimizi jurnaller, kendi kendimizi gammazlar duruma düştük. “Düştük” diyorum çünkü bu davranış biçimi, halk arasında “iki elinde iki kara” denildiği misüllü, sergilenen bu bühtan furyası, ancak “düşmek” tabiriyle ifade edilebilir.
Adam kalkıyor, sosyal medyada bazı kimseleri itham ediyor; hatta bununla da kalmıyor, ihbar ediyor!
Önyargı, önce sahibini, ardından da muhatabını üzüyor; hatta buna vâkıf olanları da…
Hani bir masumun hatırı için gemi batırılmazdı? Hani, kardeşlerimizin güzel hasletlerini dikkate alıp, kötü hasletleri ile meşgul olmayacaktık? Hani, hani…
El insaf be birader!
Kardeşe mi kaldı, kardeşini itham etmek, ihbar etmek.
Ben onu, bunu; şunu, bunu anlamam.
Devletin kolu uzun; kanunu var, nizamı var. Suç işleyen, müdellelse, burada; değilse ahirette cezasını çekecek. Zira hiçbir suç, asla cezasız kalmaz.
Endişeye mahal yok; eğrilmeye, gerek yok!..