"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İman ve Kur’ân hizmetinde kolaylık

Bayram ASLAN
31 Mart 2019, Pazar
“Bir işte kolaylık ve bir işte vaziyette suhulet, dereceyi ilim ve maharetle mütenasibedir. Ne derece ziyade bilse o derece kolay yapar” der Üstad Bediüzzaman Said Nursî...

Bu sözden anladığımıza göre çocuk eğitimini ne kadar iyi bilirsek o kadar başarılı oluruz veya eğitim işine fıtratımız ne kadar yatkınsa o kadar verim elde edebiliriz.

Bir eğitimcinin fıtratında eğitimcilik olmadığı halde babası ve bir büyüğü tarafından hocalığa veya öğretmenliğe yönlendirmelere şahit olmuşuzdur. Halbuki fıtratımıza ters bir işe girdiğimizde verimliliğimiz azamî derecede düşmektedir.

Bir eğitimcinin işi eğitimse işiyle ilgili ne kadar kitap okur ve kendini geliştirirse topluma o kadar faydalı olacaktır. Kişi önce fıtratını tanımalı ondan sonra fıtratına uygun mesleğe teşebbüs etmelidir.

Malûmdur ki vaaz vermek ayrı, Kur’ân öğretmek ayrı veya okul dersi ayrı işlerdir. Hem bir işle ilgilenen başka mesele ve gündemlerden kendini uzak tutmalıdır.

Bir gün talebeleri Einstein’a sormuşlar “Filan artisti tanır mısınız? Einstein ise şöyle cevap vermiş; “Bizim gibiler çok kişiyi tanımadığımız gibi, birçok kişinin bilmediği işi biliriz.” Veciz bir cevap vermiş Einstein…

Konumuzla alâkalı Zübeyir Gündüzalp ise şu ifadeleri kullanır, “Gaye ve maksatta muvaffak olmanın sırrı şudur: Maksat ve gayeye faydalı olan bir şeyden istifade etmektir. Onun haricindeki şeylerle meşguliyeti malayani addetmek, lüzumsuzluğuna inanmaktır.”

“Yaptığın işi bütün mevcudiyetinle, hayatın ve mevcudiyetin ona bağlı imiş gibi yap.”

Günlük içtimaî hadiselerle meşguliyet, kabiliyetlerin inkişafına manidir. Bu noktaya dikkat lâzımdır. Zira bu gün buna “genel kültür” ism-i herzesi takılmış.

Asrın Bediisi Bediüzzaman Hazretleri konumuzu aydınlatacak ifadelere Muhakemat isimli eserinde detaylıca değinmiştir. “Hakaik-i Tarihiyedendir ki: Bir şahıs çok fenlerde meleke sahibi ve mütehassis olamaz. Ancak ferid bir adam, dört veya beş fenlerde mütehassis olabilir. Umuma el atmak, umumu terk etmek demektir. Bir fende meleke, o fennin suret-i hakikiyesidir. Onunla temessül etmek gerektir; devam eder…”

Demek ki eğitimcilerin yaptıkları işlerle hemhal olması gerekir ki, herkes

gibi yaşamayacak, herkes gibi yemeyecek, herkes gibi uyumayacak, herkesle her zaman olamayacak, herkes uyurken o okuyacak, yazacak çizecek, en az 50 sene sonrasını düşünecek bir eğitimci olmayı hedefleyecek...

Aynı eserde Bediüzzaman şöyle der, “Vaiz hem hâkim, hem muvazeneli olmalıdır. Evet muvazenesiz vaizler, çok hakaiki Neyyire-i diniyenin hurufuna sebep olmuşlardır”. 

Hakikaten bir vaiz verdiği vaazın kime, ne vermesi gerektiğini hesap etmeli ki, telâfisi zor olacak sıkıntılara sebep olmasın.

Etkileyici ve güzel konuşmalı.

İrşadın tam ve nafi olmasının birinci şartı, cemaatin istidadına göre olması lâzımdır. Cemaat, avamdır. Avam ise hakikati çıplak olarak göremez, ancak onlara malûm ve me’luf (alışık oldukları) üslûb ve elbise altında görebilirler.

Şu paragraflardan anladığımıza göre, hoca cemaatin eğitim ve sosyal durumunu bilmeli ona göre vaazını vermeli. Dinleyicinin alışık olduğu örnekler ve kelimeler verilmeli, dinleyicilerin anlamadığı bir örnek ve kelimeler kullanıldığı zaman dinleyiciler ister istemez konudan kopmuş olurlar.

İfrat ve tefrite dikkat edilmesi gerekir, yoksa verilen dersten lâubalilik meydana gelebilir. Hem cemaatin seviyesi her geçen gün yükseltilmelidir.

Dinleyicilerin alışık oldukları yani her gün gördükleri veya gündelik olaylarından misaller verilmeli.

Meselâ Rabbimiz vahdet misalini Kur’ân-ı Kerîm’de mealen şöyle ifade eder; “İki idareci bir köleyi mi rahat idare eder, yoksa bir idareci mi iki köleyi rahat idare eder…? Kur’ân’ın iniş asrında (Allah’a ortak koşulmamasında ikna edici olması gerekirdi.) böyle bir misalin verilmesi mukteza-i hale mutabıktır ve Kur’ân’ın belâgatındandır.

Bediüzzaman Hazretleri de ‘sinemaya ibret için gittim’ demesi konumuza ışık tutar ve zaten geçmiş ve gelecek mukayaselerinde sinema örneklerini çokça kullanması bunu gösteriyor.

Bu asırdaki beşer de sinema ile çok hemhal olmasından Risalelerdeki konuyu da hemen anlayıveriyor. Bundan anlaşılıyor ki Risale-i Nur’daki üslûp mukteza-i hale uygundur.

Eğer hitabiyet iknaiyyat isen zinet ve parlaklık ve tergib (rağbet, şevklendirme) ve terhibi (korkutma) tazammun eden üslûbu muvazaneyi elinden gelirse elden bırakma. Fakat gösteriş ve tasannu (sun’î, yapmacık) avamperestane nümayiş (gösteriş) yapmamak gerektir.

Fıtrî karagözlülük, sun’î karagözlülük gibi değildir. (Bkz. Muhakemat.)

Yukarıdaki paragrafta da dinleyicinin ikna olması için elinden geldiğince ikna metodunu kullanmalı, hikâye ve kıssalarla işlemeli.

Ciddiyeti bozacak, gösterişten uzak, dinleyicilerin ciddiyeti kaçıracağı lâubalilikten uzak durulmalıdır. Bunlar fıtrî şekilde yapılmaya dikkat edilmelidir.

“Medenilere galebe ikna iledir, cebir ile değildir.” düsturu konumuza da uygulanmalıdır.

Said Nursî’nin talebelerinden Zübeyir Gündüzalp’in sözüyle bu yazımızı noktalayalım.

“Öyle bir ders yap ki, dersi dinleyen kişi, ‘okunan kitabı nereden tedarik edebilirim.’ derdine düşmeli.

Okunma Sayısı: 1690
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Sebahattin

    31.3.2019 09:37:40

    Tebrikler Bayram kardeşim. Oldukça faydalı bir yazı olmuş. Yazılar düzenli hale gelmeli. Devamını bekliyoruz.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı