Prof. Dr. İzzet Özgenç: “Öğretmen gibi pek çok kamu görevlisi, terör örgütü suçlamasıyla yapılan yargılamalar sonucunda beraat etmiş olmasına rağmen, terör örgütüne iltisakı olduğu kabul edilerek kamu görevine iade edilmemişlerdir. Kısaca belirtmem gerekir ki, özellikle malum 28 Şubat sürecinde kullanımı revaçta olan “irtica” ibaresinin yerini, 15 Temmuz darbesi sonrasında “iltisak” ibaresi almıştır. Bu hukuk dışı uygulamalara bir an önce son verilmesi gerekir.''
“Hürriyet Seminerleri” serisinin bu haftaki konuğu Prof. Dr. İzzet Özgenç hukukî yanlış kararlar hakkında konuştu (2)
AHMET TERZİ - ANKARA
15 Temmuz sonrası yargılamalardaki genel gidişat hatasını yargı kendi içinde düzeltebilir mi yoksa bu konuda siyasetin mi inisiyatif alması lazım?
Bu süreçte Türk yargısı, hukuk kurallarını işletme bakımından sorunlu uygulamalar gerçekleştirmiştir. Bugünkü durum itibarıyla Türk yargısının kendisinden menkul bir inisiyatif kullanarak bu yanlışları düzeltebileceği yönünde bir beklentim bulunmamaktadır. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı, bir açıklama yaparak bu gidişatı ve Türkiye’deki bu atmosferi değiştirebilir. Bu açıklamada; 15 Temmuz günü ülkede yaşanan felaket dolayısıyla, Devlet refleksi olarak, ilan edilen olağanüstü hal sürecinde hukuk alanında bazı yanlışlar yapılmış olduğu; olağanüstü halin artık sona erdiği; bu yanlışların, bunlara bağlı mağduriyetlerin giderilmesi için hukuk zemininde gerekli adımların atılacağı yönünde mesajların topluma verilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
İrticanın yerini iltisak aldı
15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası çıkarılan olağanüstü hal KHK’lerinde “iltisak” kavramı da kullanılmaya başlandı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Baştan belirteyim ki, “iltisak” hukuki bir kavram değildir. Anayasa Mahkemesi bu ibarenin yer aldığı kanun hükümlerini Anayasaya aykırı bulmadı ve iptal etmedi. Anayasa Mahkemesine göre, kişinin terör örgütüne iltisakı maddi olgulara dayanmalıdır ve bunun ölçütleri mahkemeler tarafından belirlenebilir. Anayasa Mahkemesinin bu kabulüne göre, terör örgütü üyesi olmamakla birlikte kişinin terör örgütüne iltisakı olabilir. Terör örgütü üyesi olmak bir suçtur ve bunun tespiti ceza mahkemesinde yapılan yargılamayla mümkündür. Ancak, terör örgütüne iltisaklı olmak, suç oluşturmamakla birlikte, kişinin belli kamu haklarını kullanmaktan yoksun kılınmasını gerektirebilecektir. Terör örgütüne iltisaklı olduğunun kabulü için bir mahkemenin karar vermesine de gerek bulunmamaktadır. Bir kişinin terör örgütüne iltisaklı olduğu, imzasız bir istihbarat bilgisine dayanabilir.

Suç işlemeye bağlı hak yoksunluğu belli şartlarla bir süre sonra kaldırılabilmektedir. Ancak terör örgütüne iltisak dolayısıyla hak yoksunluğunun kaldırılabilmesinin yolu oluşturulmamıştır.
Terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla yargılanan kişi, beraat etmiş olsa bile, uygulamada terör örgütüne iltisakı sebebiyle hak mahrumiyetine maruz bırakılmaktadır. Hak mahrumiyetine maruz bırakılmaya yönelik idari işlemlere karşı yargı yolu şeklen açık olsa bile, bu yol işletilerek hak mahrumiyetleri giderilememektedir.
Örnek olarak belirtmem gerekir ki, Sayın İstanbul Valisi terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla hakkında açılan davada beraat etmiş olmakla birlikte, kamuda görev yapan iki oğlu, terör örgütüne iltisakı olduğu mülahazasıyla görevlerinden ayrılmak zorunda bırakılmıştır.
HSK kararıyla ihraç edilen bazı hakim ve savcılar, haklarında terör örgütü üyeliği suçlamasıyla başlatılan soruşturmalarda takipsizlik kararı verilmesi üzerine, önceden “istifa” dilekçesi vermek koşuluyla, bu ihraç kararları geri alınarak, “müstafi” işlemine tabi tutulmuştur. Bu hakim ve savcılar terör örgütü üyesi olarak mahkum edilmemişlerdir. Ancak terör örgütüne iltisaklı kabul edilmişlerdir.
Öğretmen gibi pek çok kamu görevlisi, terör örgütü suçlamasıyla yapılan yargılamalar sonucunda beraat etmiş olmasına rağmen, terör örgütüne iltisakı olduğu kabul edilerek kamu görevine iade edilmemişlerdir.
Kısaca belirtmem gerekir ki, özellikle malum 28 Şubat sürecinde kullanımı revaçta olan “irtica” ibaresinin yerini, 15 Temmuz darbesi sonrasında “iltisak” ibaresi almıştır. Bu hukuk dışı uygulamalara bir an önce son verilmesi gerekir.
Bu konuda hukuk zemininde çözüm önerileri mevcuttur. Bu öneriler, 2022 yılı mayıs ayında Anayasa Mahkemesi ile Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesinin ortaklaşa gerçekleştirdiği sempozyumda sunulan ve bilahare kitaplaştırılarak yayımlanan bildirilerde açıklanmıştır.
Özellikle yüksek yargının bu hukuk dışı uygulamalara mahal verilmemesi için bir duruş sergilemesi, acil beklentimizdir.

İslam hukuku
Müslüman toplumların kendi hukuklarını üretebilme konusundaki yetersizliğinin sebebi nedir ve nasıl giderilebilir?
Hukuk düşüncesi üretme konusunda yetersizliklerimiz var. İlahiyat fakültelerinde “İslam hukuku” alanında 400’ün üzerinde öğretim üyesi bulunmaktadır. Bu arada hukuk fakültelerinde de “İslam hukuku” anabilim veya bilim dalı oluşturma çabaları mevcut. Buna rağmen güncel hukuki sorunlara bu alanda çalışan öğretim elemanları tarafından uygulanabilir çözümler üretilememektedir. Bunun en önemli sebebi, bu öğretim elemanlarının uygulamadan uzak ve çeşitli hukuk disiplinlerindeki teorik gelişmelerden habersiz olmalarıdır.
Batıdaki üniversitelerde salt hukuk tarihçisi veya felsefecisi yoktur. Hukuk alanındaki öğretim üyeleri, medeni hukuk, ceza hukuku gibi uygulamalı bir hukuk disiplininde uzmanlığın yanı sıra, o disiplin bağlamında hukuk tarihine ve felsefesine de hakim kişilerdir. Uygulamalı bir hukuk disiplininde uzmanlık iktisap edilmeden “İslam hukuku” gibi çok genel bir başlık altında yapılan çalışmalardan uygulamaya yol gösterecek bir ürün çıkması beklenemez.
Hakimler ve kararları
Hakimler yeterince adil karar veremiyorlarsa bunun sebebi eğitim eksikliği mi yoksa başka sebepleri mi var?
Hukuk öğrenimindeki yetersizlikler genel olarak dile getirilmektedir. Ancak, siyasetin ilgi gösterdiği soruşturma ve davalarda yargının bağımsız karar vermesi önemli bir sorundur. Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararı verdiği bir olayda yeniden yargılama yapılması gerekmesine rağmen, adliye mahkemesi siyasi beklentilere uygun olarak bu karara karşı direnebilmektedir. Bu hukuk dışı uygulamayı gerçekleştiren hakim, taltif edilebilmektedir. Aksi yönde uygulamalar da mevcuttur. Hukukçu duruşuyla, siyasetin beklentilerine göre karar vermeyen hakimler görev yeri değişikliğine maruz bırakılabilmektedir. Bu uygulamalar, yargının tarafsızlığını gölgelemiştir.
15 Temmuz yargılamaları çerçevesinde suçüstü hükümleri uygulanarak hakimler ve yüksek mahkeme üyeleri evlerinden gözaltına alındılar ve tutuklandılar. Sonra yargılamalar da bu çerçevede devam ettirildi. Bu uygulamalar sizce hukuka uygun mudur?
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, verdiği pek çok kararla terör örgütü üyeliğini suçüstü hali olarak kabul etti. Suçüstü hali söz konusu olunca, soruşturmanın izne tabi olması ve özel yargılama usulleri bir kenara itilmektedir. Hatta dokunulmazlık bile bir önemi haiz olmamaktadır. Bu uygulama, çok tehlikelidir. Bu uygulamaya göre, Cumhurbaşkanını bile terör örgütü yöneticisi olarak gözaltına alabilir ve tutuklayabilirsiniz. Anayasaya göre Cumhurbaşkanı ve bakanlar hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılması TBMM Genel Kurulunun kararına bağlı olmasına rağmen; Yargıtay’ın bu uygulamasıyla, suçüstü halinde olduğu kabul edilerek, TBMM kararı olmadan da Cumhurbaşkanı ve bakanların gözaltına alınabilmesinin, tutuklanmasının ve yargılanmasının yolu açılmıştır.

OHAL Komisyonu ve göreve iade kararları
Bugünkü yapılan yanlışlar için bu yanışları yapan hakimlerden de bir gün hesap sorulabilecek mi?
Evet, elbette sorulabilir. Hukuk uygulamamızda, verdiği yanlış kararlar dolayısıyla sorgulanan, yargılanan ve mahkum edilen hakimlere ilişkin çok örnek mevcuttur.
Olağanüstü Hal Komisyonunun göreve iade davalarında kamu kurumlarından gelen sübjektif kanaatleri bir gerekçe olarak gösterip “kurum kanaati böyle” diyerek red kararı vermesini nasıl değerlendirirsiniz?
OHAL İnceleme Komisyonu hukuka uygun karar vermek üzere kurulmuş bir komisyon değildi. Bu komisyon vaziyeti kurtarmak için, bir maslahata mebni olarak kurulmuştu. Bu komisyondan hukuka uygun bir karar beklentisi içinde olmak, gerçeklerden uzak ve fazla iyimser olmayı gerektirir.
(Prof. Dr. Sacit Adalı): Sayın Hocam, öncelikle bu güzel ve net açıklamalarınız ve memleketimizi oturmuş bir adalet sistemine ulaştırma konusundaki gayretleriniz için teşekkür ederiz.
Biz umûmiyetle meselelere bireylerin fiilleri ve suçlarının tek tek değerlendirilmesi açısından bakarız. Bunda problem yok. Elbette hak, hukuk âdilce dağıtılmalı, davalı olsun, davacı olsun herkes karardan memnun olmalıdır. Söylediklerinizin hepsi tamam.
Cezâdan maksat tutukluya, hükümlüye eziyet etmek, işkence çektirmek değil, hüriyetlerinden mahrûm bırakıldığı sürece onu suç işlemekten uzaklaştırıcı akıllı tedbirlerle tekrar topluma kazandırmaktır.
İz’an, insaf, merhamet, ahlâk, adâlet de bunu gerektirir.
Bununla birlikte, olayın başka tarafları daha var:
Usûl ve esas yönünden yargılamaların ve verilen cezaların mâşerî vicdanda yani kamu vicdânındaki yankıları ve etkileri;
Yargılanan ve mahkûm olan kişilerin ıslah edilebilme kabiliyet ve kapasitesi yani cezaevlerine düşen suçluların artık yaptıklarından nâdim olup iyi birer vatandaş hâline getirilebilme imkân ve fırsatları;
Suç ve cezanın şahsîliği ilkesini zedelemeyen, verilen cezadan mahkûm ailelerinin olabildiğince az etkilenmesini, mâdur, mahzun, çâresiz, ümitsiz hâle gelmemesini sağlayıcı tedbirler;
Cezaevindekilerin, ki kısmen yapılıyor, boş bırakılmayıp meşgul edilmeleri, yaygın şekilde üretim zincirlerinin kurulması;
Spor, kültür, sanat faaliyetlerinin yoğunlaştırılması;
İmam, psikolog, pedagog gibi kadroların yeterli personelle desteklenmesi, vs.
Hulâsa, sizce, bu konularda alınan önlemler yeterli sayılabilir mi, mevcut şartlarda daha neler yapılabilir?
Öbür yandan, tek tek sivrisinekleri öldürme konusunda ne kadar başarılı olduğumuz ayrı bir soru ama bölgelere, eğitim, yaş ve gelir seviyelerine göre suç işleme sebeplerini ortadan kaldırmak yani bataklığı olabildiğince kurutabilmek, etrâfımızla iyi geçinmek husûsunda neler yapabileceğimiz de hayâtî bir konu.
Nihayet, kamu düzeninin aksayan taraflarını telâfi etme yolları gibi mevzûlar da ayrıca düşünülmeli. Zira aile ve toplum bazında iç barışı bozulan bir ülke hâline geldik.
Bunu yeniden tesis etmek için empati yapmak, barışmak, sevmek, güvenmek, sağlam bir hürriyet, adâlet, kardeşlik, fazîlet sistemi kurmak, refah ve mutluluk kapılarını genişletmek, artık bu öfke ve sert konuşma üslûbunu yumuşatmak gerekiyor.
Sayın Hocam öncelikle çok teşekkür ederim değerlendirmeleriniz için. Mevzuatımızın, cezaevlerinin bir ıslah müessesesi haline getirilebilmesi sağlama bakımından yeterli olduğunu düşünmekteyim. Ancak uygulamada bu ıslah amacının yeterince gerçekleştirilemediği ortadadır.
Sağlıklı infaz politikaları belirleyebilmek için, akademik camianın infaz uygulamamıza ilişkin istatistiki bilgilere düzenli bir şekilde ulaşabilmesi gerekir. Başka ülkelerin infaz uygulamalarına ilişkin istatistiki bilgilerden hareketle ülkemizde sağlıklı infaz politikaları belirlenemez. Ancak, Adalet Bakanlığı bu bilgileri bizimle paylaşmamaktadır.
Şöyle bir örnek vereyim. Ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerden suçlara göre ne kadarı ilk defa suç işleyen ne kadarının mükerrir olduğuna dair bilgi elimizde mevcut değildir. Keza, koşullu salıverilen hükümlülerden ne kadarının zaman içerisinde yeniden suç işleyerek tekrar ceza infaz kurumuna döndüğüne dair elimizde hiçbir bilgi bulunmamaktadır.
Denetimli serbestlik tedbirine ilişkin olarak mevzuatımızda yeterli düzenleme mevcuttur. Ancak gerçekçi bir denetimli serbestlik uygulamamız yoktur. Denetimli serbestlik tedbirinin etkin olabilmesi için, bu tedbire tabi tutulan hükümlünün belli bir kişinin sorumluluğuna tevdi edilmesi, belli bir kişiye tabir yerinde ise zimmetlenmesi, bu kişi tarafından birebir yönlendirilmesi ve kontrol edilmesi gerekir. Sivil toplum kuruluşlardan bu alanda yararlanılması gerekir.
Vaziyeti kurtarmak için yapılan uygulamalarla sağlıklı bir infaz politikası izlenemez.
Sayısal olarak şu rakamları örnek olarak verebilirim. 2022 Temmuz başı itibarıyla ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü sayımız 320 bin kişi civarındaydı. Bu hükümlü sayısında aylık ortalama 3 bin kişi artış meydana gelmektedir. Yine 2022 Temmuz başı itibarıyla bu hükümlülerden 110 bin kadar kişi uyuşturucu suçlarından, 70 bin civarında kişi hırsızlık suçundan mahkum olanlardır. Yani Türkiye’de ceza infaz kurumunda bulunan hükümlülerin üçte birini uyuşturucu suçlarından mahkum olanlar oluşturmaktadır.
Nüfuslarımız arasında fazla fark bulunmayan Almanya’da ise 31 Aralık 2021 tarihi itibarıyla ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlü sayısı toplamı 60 bin civarındadır.
Üzülerek belirtmem gerekir ki, yönetim gücünü elinde bulunduran siyaset, bu gerçeklerin gün ışığına çıkmasını istememektedir.
—SON—