"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kimse suçsuzluğunu ispat zorunda bırakılamaz

08 Aralık 2022, Perşembe 23:40
Prof. Dr. Ömer Keskinsoy: Son yıllarda en büyük adalet problemlerinden biri olarak karşımızda duran “fetö operasyonları” çerçevesinde “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin bir kenara bırakılıp masum insanların kendilerinin suçsuz olduklarını ispatlamak zorunda bırakılması asla izah edilemez. Oysa bir insanın suçsuz olması asıldır, suçluluk ârızî bir sıfattır, asıl olan suçlu olmamaktır. Hiç kimsenin suçsuz olduğunu ispatlama külfeti diye bir şey yoktur, olamaz.

GİRİŞ: Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinde Hürriyet Seminerleri serisi sürüyor. Enstitünün Ankara Şubesinde uzun zamandan bu yana süren Hürriyet Seminerleri serisinin bu haftaki misafiri, “Hukukun Kanunla Mücadelesi” başlıklı semineriyle Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Anayasa Hukuku hocalarından Prof. Dr. Ömer Keskinsoy oldu. Kendisinin semineri özet bir şekilde okuyabilirsiniz.

İlk olarak, seminer davetinden dolayı Risale- Nur Enstitüsü yönetimine teşekkür eden Prof. Dr. Ömer Keskinsoy, seminerinin ismine neden “Hukukun Kanunla Mücadelesi” dediğini açıklarken, “Toplumsal düzeni sağlayan kurallar, genel inanışın ya da bilinenin aksine sadece yasal düzenlemelerden ibaret değildir. Bugün belki de hata içerisinde olduğumuzu ifade edebileceğimiz en önemli husus budur. Mesela son yirmi yıl içerisinde Kamu İhale Kanununda iki yüzün üzerinde değişiklik olmuş. Resmi Gazetede geçen hafta yayınlanan torba kanun içerisinde Kamu İhale Kanunuyla ilgili değişiklikler var. Şimdi acaba düzen sadece yasalarla mı sağlanır? Yasalar demek yapılması gerekenleri sadece kılıfına uydurmak demek midir? Bunların üzerinde durmak adına seminer başlığını ‘hukukun kanunla mücadelesi’ şeklinde seçtim” dedi. Prof. Dr. Keskinsoy şunları kaydetti: 

Mecelle’nin ilk 99 maddesi

“Aslında toplumsal düzeni sağlayan kurallar sadece yasalardan ibaret değil. Bunlar arasında din kuralları var, örf ve adet kuralları var. Pozitif zeminde benim en önemli kaynak olarak gördüğüm Mecelle’nin ilk 99 maddesi, ‘Kavâid-i Külliye’ içerisinde yer alan genel prensipler var.

Daha da önemlisi, dil ile hukuk arasında da büyük bir ilişki var. Buradan hareketle dil meselesi üzerinde durulması gerektiğini düşünenlerden birisiyim. Mesela düzen sağlama adına, kelimelerin öz Türkçeye döndürülmesi adı altında onların içini boşalttığımızı düşünebilir miyiz? Elli sene önce hane derken sonra bu eve dönüşüyor, bugünse konut diyoruz. Oysa belki de o eski ifade tarzını korumak daha isabetli düşebilirdi. Örnekler arttırılabilir.

Bizim, öğrencilerimize hukukun temel ilkeleri kapsamında anlatmaya çalıştığımız örneğin Anayasanın 38’inci maddesindeki “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin, acaba geçmişi, teorisi, başka kaynaklardaki yeri nedir gibi sorular üzerinde durmuyoruz. Hayır. Halbuki “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin temel kaynaklarından bir tanesi kuşkusuz Kur’an-ı Kerimdir. Hucurat suresi “siz bir haberin doğruluğunu temin etmedikçe sabitleştirmedikçe hüküm vermeyin” şeklindedir. Acaba “şüpheden sanık yararlanır” ilkesini sadece Anayasal bir metin olarak ifade etmekle onun içerisini ziyadesiyle boşaltmış olmuyor muyuz? 

Mesela “beraat-i zimmet asıldır (m. 8)” diyoruz, aynı şekilde “Sıfât-ı ârızada asl olan ademdir (m. 9)” diyoruz. “Şek ile yakin zail olmaz (m. 4)” diyoruz, daha arttırabiliriz.

Ama bugün bütün bunları çok basitleştirilmiş kelimelerle ifade etmeye kalkıyoruz. Bu kuşkusuz uygulamaya kötü biçimde yansımaktadır. 

“Şüpheden sanık yararlanır”

“Mesela son yıllarda en büyük adalet problemlerinden biri olarak karşımızda duran “fetö operasyonları” çerçevesinde “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin bir kenara bırakılıp masum insanların kendilerinin suçsuz olduklarını ispatlamak zorunda bırakılması asla izah edilemez. Oysa bir insanın suçsuz olması asıldır, suçluluk ârızî bir sıfattır, asıl olan suçlu olmamaktır. Hiç kimsenin suçsuz olduğunu ispatlama külfeti diye bir şey yoktur, olamaz.

Bu konuda yeni yeni mesafe alıyoruz. İki hafta önce Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruyla ilgili aldığı kararda artık bu konu dillendiriliyor. Yani “hiç kimse devlet karşısında suçsuz olduğunu ispatlama külfeti altında değildir” diyor Anayasa Mahkemesi. Hele hele ceza hukukunda böyle bir şeyin yeri hiçbir şekilde olamaz. Yine bu çerçevede mesela Anayasanın dokuzuncu maddesinde yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı konusunun, Anayasanın on beşinci maddesindeki sert çekirdek haklar arasında zikredilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin olağanüstü hallerde de kendisinden vazgeçilemeyecek bir ilke olduğunun ifade edilmesi pek önemlidir. 

“Vicdani kanaat”

“Aynı şekilde Anayasanın 138’inci maddesinin yer verdiği ‘vicdani kanaat’i ne derece bilip dikkate almaktayız? Biz öğretim üyeleri bunu ne kadar anlatabilmekteyiz? Mesela öğrencilerime ‘acaba sizin yarın hüküm verirken vicdanınıza danışmanız gerekir mi’ diye sorduğumda hayret ediyorlar ve ‘böyle bir şey olabilir mi’ diyorlar. Oysa 138’inci madde gayet açık. Diyor ki, hâkim hüküm vermeden önce kanuna, Anayasaya, hukuka uygun olarak vicdanî kanaatine göre hüküm verir. İşte burada belki de dikkat çekmemiz gereken husus şu: Hâkim hüküm vermeden önce kuşkusuz Anayasaya bakacak, kanunlara bakacak ama bir de hukuka bakacak. Demek ki her zaman ‘kanun eşittir hukuk’ demek değildir. Son kertede hâkim karar vermeden önce, ‘acaba bu vereceğim karar nedeniyle vicdanen mutmain olabilecek miyim’ diye kendine sorması lazım. Yahut da ‘akşam yastığa başımı koyduğumda rahat uyuyabilecek miyim’ diye kendisine sorması lazım. 

Bugün Anayasa Mahkemesi dahil idare mahkemeleri dahil, hatta artık adli yargıdaki mahkemeler dahil, mahkemelerin azımsanamayacak bir bölümü, çoğu zaman önce hüküm verip, sonra ona göre bir gerekçe bulmaya çalışmaktadırlar. Oysa olması gereken “delillerden hükme gitmek” olmalıdır. 

Bugün uygulamada gerçeğin biraz önce ifade ettiklerimle örtüşmediğini maalesef ifade etmek durumundayım. Yani önce bir hüküm kurulup sonra ona göre “nasıl gerekçe üretebiliriz” gayreti içerisinde olunduğunu görmekteyim.

—DEVAM EDECEK—

ANKARA - YENİ ASYA

Okunma Sayısı: 4563
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • M. Can

    9.12.2022 00:49:56

    Misafir, hane sahibine dedi: “Hırsızlıktan korkmuyor musunuz, böyle malınızı köşeye atmışsınız?” Hane sahibi dedi: “Bizde hırsızlık olmaz.” Misafir dedi: “Biz paralarımızı kasalarımıza koyduğumuz ve kilitlediğimiz hâlde çok defalar hırsızlık oluyor.” Hane sahibi demiş: “Biz emr-i İlâhî namına ve adalet-i şer’iye hesabına hırsızın elini kesiyoruz.” Misafir dedi: “Öyle ise çoğunuzun bir eli olmamak lâzım gelir.” Hane sahibi dedi: “Ben elli yaşına girdim, bütün ömrümde bir tek el kesildiğini gördüm.” Misafir taaccüb etti, dedi ki: “Memleketimizde her gün elli adamı hırsızlık ettikleri için hapse sokuyoruz. Sizin buradaki adaletinizin yüzde biri kadar tesiri olmuyor.” Hane sahibi dedi: “Siz büyük bir hakikatten ve acib ve kuvvetli bir sırdan gaflet etmişsiniz, terk etmişsiniz. Onun için adaletin hakikatini kaybediyorsunuz. Maslahat-ı beşeriye yerine, adalet perdesi altında garazlar, zalimâne ve tarafgirâne cereyanlar müdahale eder, hükümlerin tesirini kırar. E.S.D.E. 2

  • M. Can

    9.12.2022 00:47:10

    Risale-i Nur hem ev sahibi hem hane sahibi demiş: Evet, millet-i İslâmiyenin sebeb-i saadeti yalnız ve yalnız hakaik-ı İslâmiye ile olabilir. Ve hayat-ı içtimaiyesi ve saadet-i dünyeviyesi Şeriat-ı İslâmiye ile olabilir. Yoksa adalet mahvolur, emniyet zîr ü zeber olur; ahlâksızlık, pis hasletler galebe eder, iş yalancıların, dalkavukların elinde kalır. Size bu hakikati ispat edecek binler hüccetten bir küçük numune olarak bu hikâyeyi nazar-ı dikkatinize gösteriyorum: Bir zaman, bir adam, bir sahrada, bedevîler içinde, ehl-i hakikat bir zatın evine misafir olur. Bakıyor ki onlar mallarının muhafazasına ehemmiyet vermiyorlar. Hatta ev sahibi, evinin köşesinde paraları oralarda açıkta bırakmış. ... 1

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı