"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

"Risale-i Nur Kur’an ve sünnetin ruhunu aksettiriyor"

05 Şubat 2022, Cumartesi
Risale-i Nur’un İslam’ın temel bilgi kaynakları ve usulü dikkate alınarak incelendiğinde İslâm’ın ruhuna aykırı en küçük bir özellik taşımadığı, aksine onun Kur’ân’ın ve sünnetin ruhunu aksettiren bir nitelik taşıdığı objektif bir gerçeklik olarak ortaya çıkar; çıkmaktadır.

Dizi: Bediüzzaman Said Nursî’nin Müdafaaları

Risale-i Nur Enstitüsü - 3

***

Daha sonra söz alan Av. Mehmet Ali Aslan, sunumunda; günümüzde tartışma konusu olan Gülen grubunun 15 Temmuz dâvâlarındaki müdafaa yöntemi ile Bediüzzaman’ın talebelerinin müdafaa yöntemini karşılaştırdı. 

“Risale-i Nur hareketi bir iman ve ihlâs hareketi olup, devlete ve siyasete dayanan bir doktrin olmadığından; Nur cemaati, devleti ve siyaseti kendi hizmetinde kullanacağı bir araç olarak görmemektedir.” diyen Mehmet Ali Aslan bu yüzden devlet ve cemaat ayrımına dikkat edilmesi gerektiğini, cemaatlerin Cennete insan kazandırma ve ahlâklı iyi insan yetiştirme gayesini esas alan yapılar olduğunu; siyasî, ticarî veya başka amaçlar güdenlerin cemaat özellikleriyle beraber ihlâsı kaybedeceklerinden, bu gibi yapılarda yozlaşma, çürüme, bozulma ve gayeden sapma olmasının kaçınılmaz olduğunu söyledi. 

Av. Mehmet Ali Aslan sözlerine şöyle devam etti:  

“Said Nursî ve onun talebelerinin bütün gayesi Allah’ın rızasını kazanmak ve İslâm cemiyetinin imanının takviyesine hizmet etmek olmasına rağmen onlar, dinsizlik rejimini bu toplumda yerleştirmek isteyen kesimlerin hücumuna maruz kalmışlar; saldırılara ve takiplere maruz bırakılmışlardır. 

Bu cümleden olarak; Said Nursî’ye ve onun talebelerine karşı kanunsuz tarassutlar ve takipler, zehirlemeler, sürgünler, zindanlarda işkenceler yapılmışsa da Nur Talebeleri asayişi ihlâl etmemişler; müsbet hareket prensibiyle imana ve Kur’ân’a hizmet mefkûresinden ayrılmamışlar ve Said Nursî ve Risale-i Nur bağlantılarını hiçbir zaman inkâr etmemişler; vatanlarında kalarak manevî cihadlarını devam ettirmişler ve demok- ratik haklarını kanunlar çerçevesinde savunmaya devam ederek, iktidarlara karşı maddî bir mücadele yoluna başvurmamışlardır.  

Gülen grubu ise; yaşananların tasdikiyle, -bana göre % 95’lik ‘cemaat’ denen kesimi değil-, bu harekete yön veren % 5’lik üst kesiminin siyasî amaçlar da taşıyan yönleri bulunması sebebiyle, geniş siyasî çevrelerin ve istihbarat örgütlerinin etkisine kaçınılmaz olarak maruz kalmışlardır. Bu yönüyle de menfi hareketler içerisine girerek, cemaat kavramının yozlaşmasına ve bozulmasına sebebiyet vermişlerdir.  

Bu belirttiğim % 5’lik kesimin, 15 Temmuz hain darbe girişiminin içinde ve çeşitli istihbarat birimlerinin taşeronu olarak kullanıldığı bir gerçek ise de; 

FETÖ yargılamalarının bu % 5’lik kesime münhasır olarak veya suç işlediği kanunen tesbit edilenlere yönelik olarak yürütülmesi gerekirken ülkemizde hukukun üstünlüğünün baltalandığı ve ileride ekonomik ve sosyolojik açıdan çok zor duruma düşülecek bir sürece dönüştürülmüştür. 

Silâhlı terör suçunu işlememiş % 95’lik kesime karşı da yürütülen ve yasama erkinin yetkisinin gasp edilerek, idarî ve yargısal kararlarla bazı konularda suç ihdas edilerek yaşanan yargısal faaliyetin doğru olmadığını da belirtmek istiyorum.”  

Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ömer Ergün, sunumunda Eskişehir Mahkemesi’nde öne çıkan adalet, cumhuriyet ve laiklik kavramlarının üzerinde durdu. 

Öncelikli olarak Eskişehir Mahkemesi ile ilgili olarak genel bilgiler veren Ergün, dâvânın açılış sebebi olarak görülen hadiseleri Bediüzzaman’ın ifadelerinden yola çıkarak aktardı. Bediüzzaman’ın mahkeme sürecinde Barla’dan Isparta’ya sevk edildiğini, Isparta’da 6 ay evinden dışarı çıkarılmadığını aktaran Ergün, 4 ayda hazırlanan iddianameye Said Nursî’nin 5 günde cevap vermesinin istendiğini belirtti. 

Savcılığın yaklaşık olarak 60 sayfalık bir iddianame hazırladığını, Said Nursî’nin de 43 sayfalık bir savunma sunduğunu belirten Ergün yargılama sonunda Bediüzzaman Said Nursî’ye 11 ay, 15 kişiye 6’şar ay ceza verildiğini; 104 kişinin de beraat ettirildiğini söyledi. İddianamede Said Nursî’ye yöneltilen suçlamaların “irticaî siyasî faaliyet ve asayişi ihlâl, Risalelerin sonlarındaki imzalar (çoğaltılırken talebelerin imzası), izinsiz yayın yapma, başkalarından para alma, tesettürü savunarak devrim kurallarına aykırı hareket etme, tarikat dersi verme, şapka giymemek” gibi devrin temel zihniyetini de ele veren suçlamalar olduğunu belirtti. 

Yargılamalar esnasında hukukî süreçlere yakışmayan, ‘komedi’ denilecek türden ilginç olaylar meydana geldiğini ifade eden Ergün, Said Nursî’nin mahkemede ve sorgu aşamasında isminin Said Nursî olduğunu ifade etmesine rağmen, savcının ismini zikrederken özellikle Said Kürdî diye hitap etmesinin kabul edilemeyecek bir durum olduğunu söyledi. 

Ergün, başka bir örnek olarak; el konulan kitaplardan birinin üzerinde “Ramazan’a dairdir.” ibaresi yüzünden, o civarda Ramazan isimli ilgisiz bir vatandaşın da Eskişehir’de yargılanmasının hukuk ciddiyeti ile bağdaşmadığını belirti. 

Ömer Ergün sözlerine şöyle devam etti: “1935 yılında laiklik henüz anayasaya girmemiş olmasına rağmen, laiklik ile ilgili iddianame hazırlanmış. Laiklik 1937 yılında anayasaya eklenmiştir ve din ve vicdan hürriyetini ortadan kaldıran, ladinîlik anlayışı ile uygulanmıştır. 

Said Nursî, adaleti ikiye ayırarak incelemektedir ve yorumlamaktadır: Adalet haklıya hakkını vermek ve haksızı da cezalandırmaktır. Bu iki husus gerçekleşirse adalet gerçekleşir. 

Yine, adaleti; adalet-i izafiye ve adalet-i mahza olarak ikiye ayırmış. Adalet-i mahzanın uygulanabildiği dönemlerde adaleti izafiyenin uygulanamayacağını ifade etmiştir. 

Bediüzzaman Said Nursî, Osmanlı döneminde mutlâkıyete karşı meşrûtiyeti savunmuştur. Cumhuriyet kurulduğunda da, kendisi cumhuriyeti savunduğunu ifade etmiştir. Zira dört halifenin aynı zamanda reis-i cumhur olduklarını ifade etmiştir. 

Laiklik ile ilgili olarak da şunu söyleyebilirim: Dünyada 200 devlet var. 200 anayasadan sadece 25 tanesinde laiklik düzenlenmiş, 175 anayasada düzenlenmemiştir. Düzenleyen devletler çoğunlukla komünist devletlerdir. Avrupa’da sadece Fransa’da ve Afrika’da, Fransa’nın sömürgesi olmuş olanlarda ve Türkiye ve Kıbrıs anayasalarında düzenlenmiştir. 

Dolayısıyla laiklik modernizmin ve demokrasinin bir ön şartı değildir ve kabul edilemez. Said Nursî’nin laiklik ile ilgili görüşlerini de şöyle özetlemek mümkündür: Laiklik dini reddetmek değildir, dinsiz olmak değildir. Tarafsızlığı ifade eder, onun dinsize karışmadığı gibi dindarlara da karışmaması gerekir. 

Bediüzzaman laikliğin din ve vicdan hürriyetinin şemsiyesi olarak kabul edilebileceğini ifade etmiş ve savunmalarında da bunu dile getirmiştir. 

Konuşmacılardan Prof. Dr. İlyas Üzüm, “Risale-i Nur Hakkında Diyanet’in Mahkemelere Gönderdiği Ehl-i Vukuf Raporları” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. 

Teolojik bir gerçeklik olarak Risale-i Nur’un Kur’ân güneşinden ziya alan yıldızlar olduğunu ifade eden İlyas Üzüm, Risale-i Nur’un; onu okuyan binlerce insanın şehadetiyle, tahkiki iman dersleri veren Kur’ân tefsiri olduğunu söyledi. 

İlyas Üzüm sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu tefsir, telif edilmeye başlayıp etrafında ‘nurlu bir halka’ teşekkül ettirmeye başladığında devrin idarecilerince hukukî soruşturmaya ve kovuşturmaya maruz kalmış; bu tefsire ardı arkası kesilmeyen dâvâlar açılmıştır. Mahkeme safahatında ilgili merciler Risale-i Nur’un dinî açıdan ‘mahzurlu olup olmadığı’ ve ‘tarikat öğretisi taşıyıp taşımadığı’ konularında çeşitli kişilerden ve kuruluşlardan “ehl-i vukuf raporları” talep etmiştir.

Bilindiği gibi ehl-i vukuf; “hukukî uyuşmazlık ve ispat konusunda özel ve teknik bilgiyi gerektiren durumlarda uzmanlığına başvurulan kişi ya da kişiler” anlamına geliyor. Bugün ‘bilirkişi’ diye adlandırılan kişilerce hazırlanan raporlar, -bazı tartışmalar varsa da-, bağlayıcı olmaktan çok ‘takdirî delil’ olarak değerlendiriliyor.

Açılan dâvâlarda Risale-i Nur’un suç unsuru taşıyıp taşımadığı konusunda mahkemelerce Hukuk Fakültesi hocalarından, İlahiyat Fakültesi ve Yüksek İslâm Enstitüsü öğretim elemanlarından ve dinî ilimlerde ihtisası olan özel kişilerden ehl-i vukuf raporları istenmişse de; ağırlığı Diyanet İşleri Başkanlığı teşkil etmiştir. 

Başkanlık bu görevi o günkü adıyla, “Diyanet İşleri Reisliği Müşavere ve Dinî Eserleri İnceleme Hey’eti” birimiyle yapmıştır. Başkanlığın bir bütün halinde mahkemelere gönderdiği ehl-i vukuf raporları, bunların usûlü ve gerekçeleri hakkında akademik bir çalışma yapılmamıştır. Ancak 1964 yılında basılan, “Risale-i Nur Hakkında Ehl-i Vukuf Raporları” adlı kitapta -incelediğimiz nüsha eksik değilse-, 78 rapora yer verilmiş olup bunlardan 50 civarında raporun Başkanlığa ait olduğu görülmüştür.

Belirtilen kitapta yer alan 50 civarındaki raporda, söz konusu hey’et üyeleri olarak H. H. Erdem, Ömer Nasuhi Bilmen, Hamdi Kasaboğlu, Ali Aydın, Ş. Oral, A. İnan gibi isimler zikredilmiştir. Bu isimler belli ki incelemelerini, -diğer konularda ve diğer eserlerin incelenmesinde olduğu gibi-, İslâm’ın temel kaynaklarını ve İslâmî ilimlerin usûlünü esas alarak yapmışlardır. Zira bir eserin İslâmî açıdan değerlendirmesi ancak bu şekilde olur ve olmalıdır. Nitekim sonraki dönemlerde Diyanet’in bu birimi Din İşleri Yüksek Kurulu adını alınca, ilgili kanun maddesinde bu husus açıkça dile getirilmiş; Kurul’un “İslâm dininin temel bilgi kaynaklarını ve metodolojisini” dikkate alarak görüş ortaya koyacağı belirtilmiştir. (6002 sayılı teşkilât kanunu, madde: 5).

Öte yandan, müellifin Şuâlar’da zik- rettiği bir ehl-i vukuf raporu daha vardır. Afyon mahkemesinde iddianameye temel teşkil ettiği anlaşılan bir raporun kim ya da kimler tarafından hazırladığı tasrih edilmemiş olmakla birlikte, rapor Risale-i Nur’u özellikle Beşinci Şuâ’da yer alan görüşler itibariyle eleştirmektedir. 

Müellif bu rapordaki temel iddiaları İslâmî bilgi açısından çürüttüğü gibi; iddianame metnindeki hataları sayarken de, rapordan iktibas edildiği anlaşılan hususları da cevaplandırmaktadır. Rapora ilişkin iktibaslardan anlaşıldığına göre, söz konusu rapor İslâmî bilgi kaynakları ve metodolojisi dikkate alınarak hazırlanmış görünmemektedir. 

Meselâ raporda Deccal, Süfyan, Mehdi konularındaki hadislerin zayıf veya mevzu olduğu iddia edilmiş; hatta Süfyan hakkında hiçbir hadisin bulunmadığı ileri sürülmüştü. Oysa bu konularda temel hadis kaynaklarında azımsanamayacak rivayetler bulunduğu aşikardır. Hatta İbn Hacer el-Heytemî gibi muhaddisler, meselâ Mehdilik hakkındaki rivayetlerin tevatür derecesine ulaştığını kaydetmiştir. Süfyan yahut Süfyanî konusunda da başta Hâkim’in Müstedrek’i olmak üzere muhtelif kaynaklarda rivayetler yer almaktadır.

Sonuç olarak Risale-i Nur’un İslâm’ın temel bilgi kaynakları ve usûlü dikkate alınarak incelendiğinde İslâm’ın ruhuna aykırı en küçük bir özellik taşımadığı, aksine onun Kur’ân’ın ve sünnetin ruhunu aksettiren bir nitelik taşıdığı objektif bir gerçeklik olarak ortaya çıkar; çıkmaktadır.

Öte yandan müellifin Şuâlar’da zik- rettiğine göre Diyanet’in Afyon Mahkemesi’ne gönderdiği ehl-i vukuf raporunda ise özellikle Beşinci Şuâ’da geçen Deccal, Süfyan, Mehdi gibi konulardaki rivayetlerin ya zayıf ya mevzu yani uydurma olduğu tenkidi yapılmıştır. Oysa bu konularda sahih hadis kaynaklarında görmezden gelinemeyecek kadar hadis bulunduğu, hatta bazı muhaddis ya da âlimlerin bu konulardaki rivayetlerin tevatür derecesine ulaştığının kaydedildiği bilinmektedir. Bu durum bize, bahsi geçen kitapta yer alan 50 civarındaki rapor kaleme alınırken, ilgililerin İslâm’ın temel bilgi kaynaklarını ve bilgi usûlünü dikkate aldıklarını; aleyhteki raporda ise raporu hazırlayanların bu usûle riayet etmeyip siyasî yahut konjonktürel davrandıklarını düşündürmektedir. 

Sonuç olarak 50 civarında raporda açıkça müşahede edildiği üzere, Risale-i Nur hakkında İslâm’ın bilgi kaynakları ve usûlü dikkate alınarak yapılan tetkiklerde, bu eserlerin İslâm’a aykırı bir nitelik taşımadığı objektif bir tesbit olarak ortaya çıkmaktadır.”

Okunma Sayısı: 2738
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı