"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yeni Osmanlılar ne istedi?

16 Nisan 2024, Salı
Av. Hakan Özlen: “Yeni Osmanlılar, Tanzimat’ın kültür taklitçiliği olduğunu savunarak, demokratik ilkelerini şeriatten alacakları ilkeler üzerine kurmak istemişlerdir. Onlara göre, İslam felsefesinden yararlanarak siyasal demokrasinin esaslarını bulmak mümkündür. Bu noktada, Osmanlı toplumunun, Batı düşüncesi içine ve aynı zamanda İslami kültüre çekilmesi gerektiği vurgulanmıştır.”

Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinin Milliyetçilik Seminerleri
Erhan Akkaya - Adnan Solmaz - 1

Fotoğraf: Furkan Kösmene

GİRİŞ:

Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinin Milliyetçilik seminerlerinin son konuşmacısı Avukat Hakan Özlen idi. Ankara Barosuna kayıtlı avukat Hakan Özlen Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi’nde iki haftada bir icra edilen Milliyetçilik ana temalı seminerler kapsamında “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İdeolojiler ve Milliyetçilik” konulu bir seminer verdi. Milliyetçilik fikrinin de aslında bir ideoloji ve diğerleri gibi onun da Batı kaynaklı olduğunu ve dolayısıyla sadece bu sebeple bile şüpheyle yaklaşılması gereken bir olgu olduğunu ifade etti. Buyrun...

Seminerimizin konusu, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi ile Cumhuriyet’e geçiş sürecinde milliyetçilik fikridir. Bunu yapabilmek için öncelikle o dönemde ortaya çıkan temel fikir akımlarını özetleyecek ve onların milliyetçilikle ilişkisini kuracacağız. 

Ancak bunun için de öncelikle Osmanlı’nın son dönemindeki kültürel yapıyı incelememiz gereklidir. 

Bu dönem, Osmanlı Devleti’nin batının etkisi ve baskısı altında olduğu, aydınların Osmanlı’ya yön verme çabalarının belirgin olduğu ve Batı kaynaklı çeşitli fikir akımlarının ortaya çıktığı bir dönemdir.

Bugün Türkiye’deki siyasî ve sosyal ortamın anlaşılması ve yorumlanması için bu dönemin iyi bilinmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle, bu döneme odaklanırken 10’dan fazla makaleye başvurulmuş ve bu makaleler eleştirel bir bakış açısıyla incelenmiştir. 

OSMANLININ KÜLTÜREL ZEMİNİ 

Osmanlı devleti 14. yüzyılın başlarında kurulmuş bir İslam devletidir. Devlet-i İslamiye olarak vasıflanan Osmanlı, 15. ve 16. yüzyıllarda medeniyet bakımından zirveye çıkmıştır. 17. yüzyıldan itibaren de düşüşe geçmiştir. 

Osmanlı İmparatorluğu, Batı tarzı yeniliklere önceden başvurmuş olmasına rağmen, asıl olarak geri kaldığını kabul ettiği dönem 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması ile başlamıştır. Bu antlaşma, Osmanlı’nın ilk kez Batı’da toprak kaybetmesine yol açmıştır ve bu kaybın sebebi olarak askerî ve teknik alandaki eksiklikler gösterilmiştir. Askerî yenilgiler ve sık sık meydana gelen isyanlar, Osmanlı yönetim sistemini doğrudan etkileyen faktörler arasında yer almıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’na matbaa ilk olarak İbrahim Müteferrika tarafından getirilmiş ve 1726 yılında kullanılmaya başlanmıştır. Matbaanın Osmanlı’da kullanılmaya başlanması, birçok fikir akımının doğumunda ve gelişmesinde bir dönüm noktası olmuştur.

Gerçekten de, Osmanlı’da köklü yenileşme hareketleri 19. yüzyılda başlamıştır. En önemli adım olarak kabul edilen 1839 Tanzimat Fermanı ile Osmanlı, idari, hukuki ve sosyal açıdan Batı’nın gerisinde olduğunu kabul etmiştir. Bu ferman, Osmanlı’nın modernleşme sürecindeki en belirgin adımdır.

Açıkça ifade edelim; çağdaşlaşmanın en önemli sembolü Tanzimat’tır. Osmanlı tarihinde Tanzimat Fermanı; Batı dünyası karşısında devletin boyun eğmek zorunda kaldığı bir olay ve olgudur. “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” adı ile de bilinen bu ferman; Mustafa Reşit Paşa tarafından Sultan Abdülmecid’in onayı ile ilan edilmiştir. 

Tanzimat Fermanı, toplumun tabii gelişmesinden doğmuş bir sosyal olay değildir, doğrudan devlet eliyle uygulanmıştır. Bu sebeple, Yeni Osmanlılar olarak bilinen Osmanlı aydınları, 1856 yılında ilan edilen ve Tanzimat Fermanı’nın bir eki olarak da kabul edilen “Islahat Fermanı” sonrasında Osmanlı’nın bununla “şeriat değerlerinden taviz verdiğini” ifade etmişlerdir. 

Islahat Fermanı, Tanzimat’ın bir parçası olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nda daha geniş kapsamlı reformların başlangıcını işaret ediyordu. Bu dönemde, modernleşme ve batılılaşma çabalarıyla birlikte, Osmanlı toplumunda büyük değişimler yaşanmıştır.

Tanzimat Fermanı ile Osmanlı tebaasının can, mal, namus korunurluğu padişahın iradesinin dışında kanunların yargılarına bırakılmıştır. Hükümet yönetimi padişahın kendi iradesine göre değil; “temel ilkeler olarak nitelendirilen ölçülerle” yani kanunlara bağlı kılınmıştır.

Abdülmecid’in ikinci önemli adımı olarak kabul edilen “Islahat Fermanı (1856)” Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun ikinci bir kademesidir. 

Osmanlı düzeninde, millet-i hâkime Sünni Müslüman milletine tekabül ederken, millet-i sadıka terimi Ermeni milletini tanımlamak için kullanılırdı. Diğer gayrimüslim topluluklar için ise millet-i mahkume veya zımmi terimleri kullanılırdı. Bu anlamda, Müslümanlar Osmanlı’da özellikle idari bağlamda hâkim bir millet statüsüne sahipken, diğer topluluklar onun egemenliği altında bulunanlar olarak kabul edilirdi. 

Islahat Fermanı ile bu ayrımcılık ve ayrım artık kaldırılmıştır. Yeni tanım, din farkı gözetmeksizin bir “Osmanlı” vatandaşlığına dayanmaktadır. Bu, Osmanlı İmparatorluğu’nda vatandaşların din veya etnik kökene dayalı ayrımcılığa maruz kalmadan eşit haklara sahip olması anlamına gelmekteydi. 

Bu sebeple “Meşrutiyete ve hatta Cumhuriyete giden yol Tanzimat ve Islahat Fermanlarından geçmiştir” desek yerinde bir tespit olur. 

YENİ OSMANLILAR KİMLERDİ? 

Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi ve Mithat Paşa gibi aydın ve bürokratlar, “Yeni Osmanlılar” olarak bilinirlerdi. 1865’e doğru şekillenen Yeni Osmanlılar hareketi, aslında Tanzimat’ın uygulayıcılarına karşı bir başkaldırının ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. Islahat Fermanı ise zaten Tanzimat’ın önemli bir adımını oluşturmuştur. 

Tanzimat’ın yürütücüleri olan Ali ve Fuat paşalar, ıslahatı Reşit Paşa’nın kameralizm anlayışına paralel olarak uygulamışlardır. Ancak, bu yaklaşım, geniş bir hürriyet anlayışını desteklemediği için Yeni Osmanlılar arasında eleştirilere yol açmıştır. Bu nedenle Yeni Osmanlılar, hürriyetin anayasaya dayalı bir parlamento ile sağlanacağına inanmışlardır.

Yeni Osmanlılar, Tanzimat’ın kültür taklitçiliği olduğunu savunarak, demokratik ilkelerini şeriatten alacakları ilkeler üzerine kurmak istemişlerdir. Onlara göre, İslam felsefesinden yararlanarak siyasal demokrasinin esaslarını bulmak mümkündür. Bu noktada, Osmanlı toplumunun, Batı düşüncesi içine ve aynı zamanda İslami kültüre çekilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

1876’da Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ve II. Abdulhamit’in tahta çıkarken meşruti düzene geçeceğine söz vermesiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nda inkılap niteliğinde gelişmeler yaşanmıştır. Bu dönemde, ilk kez bir anayasa yazılması ve bir parlamenter rejimin kurulması planlanmıştır. 

19 Mart 1877’de açılan parlamento, Osmanlı-Rus savaşı nedeniyle 13 Şubat 1878’de II. Abdülhamit tarafından dağıtılmıştır. Bundan sonraki yıllar ise “istibdat” dönemi olarak nitelendirilmiştir.

Şimdi fikir akımları ve ideolojisi hakkında konuşabiliriz. 

OSMANLICILIK FİKRİ VE İDEOLOJİSİ

Osmanlıcılık fikri, Tanzimat döneminde ortaya çıkmış olan ve Jön Türkler tarafından savunulan bir ideolojidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü korumak amacıyla ortaya çıkmıştır. Zira 1789 Fransız İhtilali ile yayılan milliyetçilik fikri yüzünden Yunanlar gibi Sırplar ve Bulgarlar da Osmanlı’dan ayrılmıştı. 

Osmanlı toplumunu bir araya getirerek yönetimde daha fazla söz sahibi olmalarını sağlamak amacıyla, Kanun-i Esasi ile Osmanlı tebasına yasal haklar verilmiştir.

Bu, özellikle Müslüman olmayan Osmanlı tebaasının Müslümanlarla eşit haklara sahip olmasını ve yönetime katılmasını sağlayan önemli bir gelişme olmuştur. Zira 1877’deki parlamentonun 69 üyesi Müslüman, 46 üyesi gayrimüslim idi. Bu parlamentoda Türk, Arap, Kürt, Laz, Ulah, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni, Bulgar, Yahudi vb. milletlere tabi üyeler vardı.

Temel amacı, bütün Osmanlı toplumunu tek çatı altında toplamak ve bir Osmanlı milleti oluşturmak olan Osmanlıcılık tasavvuru II. Mahmut dönemine dayandırılmaktadır ve Balkan Savaşları’na (1912-1913) kadar hâkim ideoloji olmuştur. Müslüman topluluklar içindeki Arnavutların 1911 yılında Osmanlı devletinden ayrılması ile birlikte Osmanlıcık fikri önemini kaybetmiştir.

İSLAMCILIK FİKRİ VE İDEOLOJİSİ

İslamcılık düşüncesinin temel iddiası; Müslümanları coğrafya, kültür ve milliyet farkı gözetmeksizin bir bütün olarak görmek ve dünyada büyük bir birlik oluşturarak yönetilmeleri gerektiğidir. 

Osmanlı etrafında bu birliğin sağlanması mümkün ve gereklidir. Zira Osmanlı devleti yıllarca İslam’ın bayraktarlığını ve Müslümanların hamiliğini yapmıştır. Halihazırda Osmanlı Sultanları, İslam Halifesi unvanı taşıdıklarına göre, bu birliği sağlamak zor olmamalıdır. 

Bu düşünce, dünya üzerindeki bütün Müslümanların birleştirilmesiyle daha büyük bir birlik ve güç vadediyordu.

İslamcılığın gelişiminde sadece Osmanlı Devleti’nin içindeki sıkıntılar değil, dünyadaki gelişmeler de etkili olmuştur. Batı’nın Osmanlı’yı yenmesi ve dünya genelinde işgal yöntemiyle sömürgeler kurması, çoğunluğu Müslüman olan ülkeleri etkilemiştir. Bu durum, Osmanlı’nın ve Müslümanların aleyhine gitmiş, İslamcılık düşüncesi bu süreçte daha da güç kazanmıştır.

Sebilürreşad, İslamcıların bir araya geldikleri ve düşüncelerini yazdıkları önemli bir dergidir. Bu derginin önemli yazarları arasında Eşref Edip, Mehmet Akif, Aksekili Hamdi, İzmirli İsmail Hakkı ve Ahmet Naim bulunmaktadır. Ayrıca, İslamcılığın öncü düşünürlerinden biri olan ve İstanbul’a dışarıdan gelen Cemalettin Afgani de bu dergi çevresinde etkili olmuştur.

İslâmcılar, özellikle siyasi sistemin meşruti monarşi ile düzenlenmesini ve geniş anlamda özgürlüğün teminat altına alınmasını savunmuşlardır. İslâm toplumlarının yeniden dirilişi ve güçlenmesi için, halkın katılımıyla kurulan bir siyasi düzenin gerekliliğini vurgulamışlardır. 

Bu nedenle, İttihat ve Terakki gibi siyasi hareketlerin ilk zamanlarında bazı İslâmi düşünürler, bu hareketleri “mübarek cemiyet”, “fırka-i muhtereme” gibi dinî kavramlarla övüp desteklemişlerdir. 

Bu hareketin temsilcileri, “İslâmiyet fedaileri”, “hızır”, “müceddidler” olarak nitelendirilmiş ve yaptıkları mücadele “cihad-ı hürriyet”, “cihad-ı mukaddes” gibi dinî kavramlarla özdeşleştirilmiştir.

Örneğin, “Sırat-ı Müstakim” ve “Beyanü’l-Hak” gibi dergiler, İttihat ve Terakki’ye olan hayranlık ve bağlılıklarını açıkça ifade etmişlerdir. 

Önemli bir noktayı hatırlatmak gerekirse, İslamcı kimlikleriyle tanınan iki önemli kişi bulunmaktadır. Bunlardan biri, Said Halim Paşa’dır, ki kendisi İttihat ve Terakki Fırkası’nın başkanlığını üstlenmiştir. Diğeri ise Mustafa Sabri’dir, o da İttihat ve Terakki Fırkası üyeliği yapmıştır.

—DEVAM EDECEK— 

Okunma Sayısı: 737
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı