Herkesin uyuduğu zamanlarda uyanık kalmak değişik bir histir. Nöbet tutanlar, gece teheccüde kalkanlar bu hisleri bilirler. Uyku saatlerinde uyumaz onlar, bir görevleri vardır. Görevlerini bilir ona göre hareket ederler. Maddî cihette uyumamanın bir de manevî yönü vardır. Maddî uyuma bize saat kaybettirebilir, ama manevî yönü bize seneler, asırlar belki de ebedî saadeti…
Uyandırmak da zor iştir, titiz davranmak gerekir, özen ister. Gelişi güzel yapılırsa ters teper, hem uyandıran hem uyuyan sıkıntı duyabilir. Zordur uyandırmak, zordur uyanmak, zordur uyanık kalmak...
Uykuya tam dalmış birini uyandırmak, o kişiye dikkatli yaklaşmayı gerektirir. Bazen ufak ipuçları bizim yaklaşımımızı etkiler. Aniden fırlar mı, korkar mı, tepki verir mi gibi bilgiler bize yarar sağlar. Bu işi yapmamızı kolaylaştırır. Herkesin kendince bir uyanma tarzı vardır. Peki ya toplulukları, kitleleri, milletleri uyandırmak?
İşte bu iş daha da zordur. Çünkü uyuyan bir topluluğun nasıl uyanması gerektiğini, ne zaman uyanmasını gerektiğini bilmek gerekir. Çünkü her uyuyan topluluğun uyanması gereken bir zaman mutlaka vardır.
Uyandıran bilir, dünya uyuma ve uyuklama yeri değil, uyanma ve uyarılma yeridir. Uyuyanlar uyanmazlarsa kaybedeceklerdir. Bu yüzden uyanık olan ‘Allah, Peygamber, vatan, millet, kardeşlik sevgisi’nden dolayı seslenir. Çünkü İslâm âlemi derin bir uykudadır.
“Ey âlem-i İslâm! Uyan, Kur’ân’a sarıl.”
Evet uyandırmıştır. Yaklaşık bir asır önce “Yaz kardeşim” diyerek, daha öncesinde “Tükürün o zalimlerin hayasız yüzüne” diyerek uyandırmıştır ve şöyle devam etmiştir.
“İslâmiyete maddî ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol! (...) Kur’ân’a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu’cize-i mânevîsi olan Nur Risalelerini mütalâa etmeye çalış.”1
Üstad Hazretleri çok önceden fark etmiştir olanları... Van’da Tahir Paşa konağında bazı gazetelerin havadislerini okurken şu satırlara gözü çarpar:
“Bu Kur’ân İslâmların elinde bulundukça biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur’ân’ı onların elinden kaldırmalıyız; yahut Müslümanları Kur’ân’dan soğutmalıyız.”2
Bu haber karşısında, onda tarifin fevkinde bir tesirle “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim”3 diyerek kuvvetli bir niyet, ruhunda uyanır ve bizleri uyandırmaya çalışır.
Çalışmıştır, fark ettirmek için çalıştırmıştır. Yalnız dalâlet ehli daha önce fark etmiş, kendi cephelerinde uyanmış ve bizleri uyandırmamaya çalışmıştır.
Artık uyananlar, geceden sonra sabaha ulaşanlar, ölmeden önce uyananlar ve uyandıranlar da var Üstadım. Hem de dünyanın her bir tarafında var. Sen şimdi yoksun, ama tasarrufun, Risalelerin, talebelerin var. Uyanmak var, vicdanları uyandırmak var.
Beş yüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur’ân’ın sabahında uyanınız demek ya da “Ayıl artık gaflet sarhoşluğundan durma. Uyan!” diye haykırmak var.
Evet Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri görevini yapmıştı, uyumamış ve bizleri ölmeden evvel derin bir uykudan uyandırmıştı. Bir sabah beni de, firkatli ve gurbetli bir esarette fecir vaktinde böyle uyandırmıştı.
“Uyan ey gözlerim vakt-i seherde…
Uyan ey kalbim vakt-i fecirde
Bikun tevbe, bicu gufran, zidergâh-ı İlâhî.” 4
Dipnotlar:
1- Tarihçe-i Hayat, Barla Hayatı.
2- Tarihçe-i Hayat, İlk Hayatı.
3- A.g.e.
4- 18. Söz, son kısmı.
SERTAÇ LÜSER
[email protected]