"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İnsanın diğer varlıklara üstünlük sebepleri - 4

03 Nisan 2020, Cuma
İNSANA EMANET-İ KÜBRA VERİLMİŞTİR

10- Meylü’t-Taharri

Bütün zamanlarla alâkadar olan insanın yine bu duygusuna kuvvet verecek bir diğer özelliği de gerçeği araştırma meylidir ki, buna merak duygusu da diyebiliriz. Merak duygusu ve meylü’t-taharri maddî-manevî kemalatın anahtarı da olabilir. Gerek yaşadığı gerekse gideceğine inandığı âlem ile dostluğunu sağlayacak olan da bu olsa gerektir; zira insan bilmediği ve yetişemediği şeye düşmandır. [90] Eli yetişmediği veya tutamadığı şeylerin düşmanca kusurlarını arar, ona düşmanlık etmek ister. [91]

İnsanın, kendisinde barındırdığı bütün eksik ve zayıflıklarına rağmen, hakikati araştırması ve bu meyli taşıması, onun bütün esmaya (İlâhî isimlere) mazhar ve bütün mükemmelliklere açık bir kabiliyet sahibi olduğunu gösterir. [92] Bu da insanı kâinat içinde müstesna kılıp, kendisine diğer varlıklardan üstün olma özelliği kazandırır.

11- TekÂmül ve Terakki Meyli

İnsan-âlem ilişkisi çerçevesinde düşündüğümüzde insanın, âlemin bir küçük misali olduğunu söylemiştik. Bu, âlemde ne varsa bir küçük numunesi de insanda vardır, mânâsına geldiği gibi, âlemdeki meyillerin de yine insanda bir küçük benzerinin olduğu anlamını da taşımaktadır. Nitekim bu husus, “âlemde meylü’l-istikmal (mükemmelleşme, olgunlaşma meyli) vardır. Onun ile âlemin yaratılışı tekâmül kanununa tâbidir. İnsan ise, âlemin meyvesi ve parçası olduğundan, onda da mükemmelleşme meylinden bir yükselme, ilerleme meyli (meylü’t-terakki) mevcuttur. Bu meyl ise telâhuk-u efkârdan (düşüncelerin birbirine katılması) yardım almakla yeşerir.” [93] ifadelerinde kendini göstermiştir.

Hatta denilebilir ki; hakikî medeniyet insanın yükselme, mükemmelleşme ve mahiyet-i neviyesinin fikirden tatbikata çıkmasına hizmet ettiğinden, bu bakış açısıyla medeniyeti istemek, insaniyeti istemektir. [94] Yine, kâinat ağacında, mükemmelleşme meyli vardır. Yani, kâinatın bütün zerreleri ve parçaları bir ağaç gibi kemale meyleder. Kâinattaki umumî mükemmelleşme meylinden ayrı olarak, insanda da yükselme, ilerleme meyli (meylü’t-terakki) vardır. Bu meyil çekirdek gibidir; yeşermesi pek çok tecrübeler vasıtasıyla olur ve çok fikirlerin mahsulü olan neticelerin bir araya gelmesiyle teşekkül ve genişleme gerçekleşir. Bu da fen ve sanatları doğurur. Bu fen ve sanatlar da sıralıdır. Yani her ikinci fen, birincisinin sonucudur [95], ifadesi insandaki tekâmül, yükselme ve gelişme meylini göstermektedir.

12- Ene

Bilindiği gibi emanet, en güvenilir, en liyakatli, en donanımlı kimseye verilir. Aşağıda izahını yapmaya çalışacağımız Ene de Allah Teâlâ tarafından mevcudat içerisinde bu özelliklere sahip olan insana verilmiştir ki, bu liyakat aynı zamanda rüçhaniyetin bir göstergesidir. 

Buna göre Ene;

a- Gökler, yer ve dağların yüklenmesinden çekindiği ve korktuğu bir emanettir.

b- Hz. Adem zamanından, şimdiye kadar insanlık âleminin etrafına dalbudak salmış nurânî bir Tûba ağacı ile, dehşetli bir zakkumun çekirdeğidir.

c- Gizli hazineler olan İlâhî isimlerin anahtarı olarak anlaşılması zor bir mesele, bir sırdır.

d- Kendisindeki sırların açılmasıyla kâinatın sırrının ve âlem-i vücubun da (Allah’a mahsus daire) hazinelerini açan bir anahtardır.

e- Hikmetli Yaratıcının rububiyetinin, sıfat ve işlerinin hakikatlarını gösterecek, tanıttıracak işaret ve numuneleri bir araya getiren insanın elindeki bir emanettir.

f- Rububiyetin özelliklerini ve uluhiyetin işlerini bildirecek bir vahid-i kıyasîdir. [97] Ene denilen emanet, aynı zamanda insana bir emanet-i kübra rütbesi ve hilâfet-i zemin vazifesi verilmesidir ki, bu vazife ile o, imtiyazlı hale gelmiştir. [98]

Ene ile kazanılan bu imtiyaz ve rüçhaniyet; “Madem insanlığın fıtrî kuvvelerine sair hayvanat gibi bir had konulmamış, ondan ise neticede haddi aşmak çıkmış. Hem insan maddî olduğu gibi, manevîyat yönünden de bütün kâinatla alâkalı olmasından, kâinatın yaratılışındaki yüce hikmetler, insanlığı, nizam ve intizam altında olan çekirdek hükmündeki kabiliyetleri ortaya çıkarmakla, emanet-i Kübra vazifesini yapmak cihetiyle nübüvvet (peygamberlik) zarurîdir ki, “Rabbü’l-âlemîn”deki, “âlemîn” (âlemler) içindeki yüksek makamını bulabilsin ve halife-i zemin olup, melaikeye rüçhaniyetini gösterebilsin” [99] ifadelerinde de net bir şekilde görülmektedir.

Yine son olarak diyebiliriz ki, madem insan kendisine hilâfet ve emânet-i Kübra verilmekle, mükerrem bir varlık olmuştur. Öyleyse emânet-i kübranın hesabı da elbette mahkeme-i kübrada verilecektir [100] ki, bu da ahiretin varlığını gerekli kılmaktadır.

13- Kuvveler

Allah Teâlâ, insana maddî ve manevî birçok kuvve vermiştir ki, bu kuvvelerin bir kısmı maddî cesedin, bir kısmı da ruhun yaşayabilmesi için gerekli olan İlâhî birer ihsandır. Bu kuvvelerin bazısı diğer hayvanata da verilmiş olmasına rağmen, insandaki gibi hudutsuz değil, bilâkis sınırlıdır. Bu sebeple gerek hayvanlar gerekse melekler bu sınırlamanın verdiği ölçüler içerisinde yaratılış vazifelerini ve fıtrî ibadetlerini haddi aşmadan emrolundukları şekilde yerine getirmektedirler. Dolayısıyla da onların günaha kabiliyetleri yoktur.

Buna karşılık yeryüzünün en önemli sekeneleri olan insan ve cinlerin kuvvelerine, diğer canlılar gibi fıtrî bir sınır ve yaratılıştan gelen bir kayıt konulmadığı için, nihayetsiz yücelme, yükselme ve sınırsız alçalmaya mazhar olmuşlardır. İçlerinden enbiya ve evliya gibi terakkiye mazhar olanlar çıktığı gibi, nemrutlar ve şeytanlar gibi aşağıların aşağısına inenler de olmuştur. [101] Bu da özellikle insanın; “Gerçekten insan çok zâlimdir.” [102] hitabına muhatap olmasına sebep olmuştur.

Hayvanın aksine kuva ve meyilleri fıtraten tahdit edilmemiş insanda da, zulme meyil hadsiz olmuştur. [103] Kuvvelerdeki sınırsızlığın özellikle insan için bir risk taşıdığı muhakkak olmakla birlikte, aynı durum onun diğer mahlûkata rüçhaniyetine de yol açmıştır. 

Bu durumu özetleyen; “Cenab-ı Hakk’ın ef’ali (fiilleri) hikmetlerden, maslahatlardan, hâlî değildir. Öyle ise mevcudat halkın mâlûmatında münhasır değildir. Yine Cenab-ı Hak, hayr- mahz (mutlak hayır) olarak melaikeyi, şerr-i mahz (mutlak şer) olarak da şeytanı yaratmıştır. Hayır ve şerden mahrum olarak, behaim ve hayvanatı yaratmıştır. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kadir (gücü yeten) ve câmi bir varlık olarak, dördüncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lâzımdır ki, beşerin şeheviye ve gadabiye kuvvetleri, kuvve-i akliyesine münkad (boyun eğer) ve mağlûp olursa, beşer müşahedesinden dolayı melaikeye tefevvuk eder (üstün olur). Aksi halde, hayvanattan daha aşağı olur; çünkü özrü yoktur.” [104] ifadeleri konuyu özetlemesi bakımından dikkate değerdir.

DİPNOTLAR: 

  90] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 55.

  91] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 348.

  92] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 303.

  93] Bediüzzaman Said Nursî, Muhakemât, s. 33.

  94] Divan-ı Harb-i Örfi (ESDE), s. 148.

  95] Bediüzzaman Said Nursî, İşarâtu’l-İ’caz, s. 170.

  96] Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, s. 139.

  97] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 494-495.

  98] Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, s. 329.

  99] Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, s. 331.

100] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 76.

101] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 164.

102] İbrahim, 14/34.

103] Sünûhat, (ESDE), s. 499.

104] Bediüzzaman Said Nursî, İşarâtu’l-İ’caz, s. 254.

Okunma Sayısı: 7049
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı