Uygulayıcıları tarafından “bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat kararları ve süreci Türkiye’ye yıl değil yıllar kaybettirdi.
28 Şubat 1997’deki Millî Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı 9 saat sürmüş ve toplantıda alınan kararlar “28 Şubat kararları” olarak ilân edilmişti.
O günkü uygulamada MGK aldığı ‘tavsiye’ kararlarını hükümet bildirir ve uygulanması da çeşitli şekillerde takip ederdi. MGK’nın o gün aldığı kararlara, milletin temsilcisi olarak iktidara gelen hükümetlerin uyması eşyanın tabiatına tersti. Çünkü bu kararları özünde ‘yasaklamak ve millete rağmen iş yapmak’ vardı.
28 Şubat 1997’deki MGK kararlarından biri de eğitimle ilgiliydi ve en başta imam hatip okulları olmak üzere ‘meslek liseleri’ni hedef alıyordu. Beraberinde gelen başörtüsü yasağı ise İHL’ler dahil, bütün üniversitelileri ve memurları mağdur etti. Daha önce başörtülü olarak üniversiteye girebilen öğrenciler, bu kararların uygulanmasıyla birlikte okul kapılarından geri döndürülmeye başlandı. Başörtüsü yasağı o derece insafsız şekilde uygulanıyordu ki sadece öğrenciler değil, veliler ve veli olmayan sade vatandaşlar da mağdur oluyordu.
Düşünün ki başörtülü biri veli, ziyaretçi ya da başka ülkenin vatandaşı olsun; üniversite kapılarından içeri alınmıyordu. Böyle bir uygulamayı ilk defa duyanlar olmuş olabilir, ama hem tarih, hem de arşiv bunlara şahittir. Daha önce de değişik vesilelerle hatırlattığımız bir hadise de biz yaşamıştık. Bir Avrupa ülkesinde başörtüsü ile üniversitede okuyan yeğenimle İstanbul Üniversitesi merkez binasına gidip, bir öğretim üyesini ziyaret etmek istemiştik. Beyazıt’daki giriş kapısında bulunan nöbetçi memurlar, “Siz girebilirsiniz, ama yanınızdaki başörtülü içeri giremez” demişti. “Yanımdaki başörtülü bu okulun öğrencisi değil, biz ziyaretçiyiz. Filan hocayı görüp çıkacağız” dediğimiz halde “Kesin emir var. Başörtülü olanları içeri sokamayız. Yoksa işimizden oluruz” demişti.
Düşünün ki “Müslüman Türkiye”deki bir üniversiteye ziyaretçi olarak giremeyen bir başörtülü öğrenci, Avrupa’daki bir okulda öğrenci olarak eğitim görüyordu! Bu kadar yanlış, bu kadar akla ziyan bir uygulama olur mu? Olmaz ve olmamalıydı, ama bütün dünyanın ve siyasetçilerin gözü önünde bunlar yaşandı.
28 Şubat sürecinin açtığı yaraların sarılması yıllar aldı, yıllar daha alacak gibi görünüyor. Yeni Asya’nın 28 Şubat sürecinde maruz kaldığı baskılar ve yasakçılara karşı verdiği mücadele de tarihe mal olmuş durumda. 28 Şubat uygulamalarını eleştiren Yeni Asya yazarları, yazıları sebebiyle çok defa mahkemelere gitmek durumunda kaldı. Her devrin kendine has bazı kanun maddeleri oluyor. Kısaca “kin ve düşmanlığı tahrik” olarak bilinen Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesi, gösterilen tepkilere rağmen uzun yıllar gazeteci, yazar ve politikacıların başında “demokles’in kılıcı” gibi sallandı. Sonrasında Avrupa Birliği yolunda verilen taahhütler çerçevesinde bu madde değiştirildi. Yeni Asya, bu maddenin değişmesi için de yoğun gayret sarf etti ve netice alındı.
28 Şubat, netice itibarıyla ‘millete rağmen’ yapılan icraatların adı ve özetiydi. Hakka, hukuka ve adalete uymayan bu uygulamalar milletin ferasetiyle ve direnciyle kırıldı ve aşıldı.
Tabiî ki 28 Şubat’a imza atanlar bir anlayışı temsil ediyordu ve o anlayış zaman zaman azalarak ya da çoğalarak kıyamete kadar devam edecektir. O anlayışa karşı hakkı, hukuku ve adaleti savunmaya her zaman ihtiyaç vardır. Türkiye’de yapılması gereken iş de budur. Yeni 28 Şubat’lar yaşanmaması için her daim hakka, hukuka ve adalete sahip çıkmak gerekir vesselâm.