On dördüncü Şuâ’da yer alan bir mektup yazımız için yukarıdaki başlığı kullanmaya bizi yönlendirdi.
Aslında yazı başlığımız iki manayı ifade ediyor. Birincisi şahs-ı manevî içerisinde bulunan bütün fertlerin kendi aralarında konuşması, görüşmesi yani irtibatı ve alâkayı arttırması. Birbirinden uzak düşmemesi, en yakın fırsatta bir araya gelmesi ve karşılıklı takip içerisinde olması. İkinci ise şahs-ı manevî içerisinde bulunan fertlerin kendi namlarına değil, şahs-ı manevî adına konuşmaları. Şahs-ı maneviden meydana gelen ortak sese iştirak etmeleri.
Söylemlerini ve davranışlarını şahs-ı manevî temelinde müşterek hâle getirmeleridir. “...Dairesindeki şahs-ı mânevîyi konuşturmak için eski zamanda ehl-i hakikatin senede hiç olmazsa bir iki defa içtimaları ve sohbetleri gibi, Nur şâkirtlerinin de, birkaç senede en müsait olan medrese-i Yusufiye de bir defa toplanmalarının lüzumu cihetinde bin sıkıntı ve meşakkat dahi olsa ehemmiyeti yoktur.”
Şahs-ı manevinin konuşması ve konuşturulması için en menfi durum dahi müsbet sayılmış ve irtibatı sağlamak için müsait bir zemin olarak değerlendirilmiştir. Şahs-ı manevinin konuşturulması fırsatının yakalanmış olması içerisinde bulunulan zor durumun hayırlı bir imkân olarak görülmesini sağlamıştır. Çünkü şahs-ı manevî konuştukça güçlenecek, her fert şahs-ı manevî içerisinde nasıl bir yere sahip olduğunu hissedecek ve anlayacaktır. Her bir görüşme ve konuşma şahs-ı maneviyeye kuvvet olarak eklenecektir. Şahs-ı maneviyeye uymayan veya şahs-ı manevî dairesi dışında kalan her bir hareket bu konuşmalar sayesinde doğru mecrasına girecektir. Eksiklikler tamamlanacak, unutulanlar hatırlanacak ve bilinmeyenler öğrenilecektir.
Konuştukça güçlenen bir şahs-ı manevî herkese de kendini dinletecektir.