Arabistan şairlerinin şehriyarı olarak adlandırılan şair Lebid, Kur'ân'ın belâgati karşısında hayran kalmıştı. Lebid’in kızı ise bu hayranlığı babasının şiirini Kâbe’nin duvarından indirerek daha ileri bir noktaya taşıdı.
Aslında bu hayranlıktan öte şöhretli şahısların Müslümanlık şahs-ı mane-visine teslim oluşuydu. Meşhur ve şöhretli bir şahıs olmak artık kimsenin ayakta kalmasını sağlamayacaktı. Başkaları tarafından olabildiğince yükseltilenler, yükseltildikleri yerden yine kendi elleri ile ineceklerdi. “Meşhur ediplerin ‘Muallâkat-ı Seb'a’ nâmıyla şöhretşiar kasidelerini o dereceye indirdi ki…” ifadesi bu inişin nasıl bir ‘derecede’ olduğunun en açık ifadesidir. Bu nedenle Lebid’in kızı son derece akıllı davranarak babasının şiirini kendisi indirdi.
Meşhur şahıs olmak, şöhretli eserlere sahip olmak, halk tarafından en yüksek derecede alkışlanıyor olmak, bir topluluğun vazgeçilmezi olmak gibi yanıltıcı hususlara aldanmadı. Çünkü artık Kur’ân’ın ortaya koymuş olduğu şahs-ı manevî tüm bunları geçersiz kılmıştı. Bu yüzden boş yere diretmek, aksine davranmak veya böyle bir şahs-ı manevi ile inatlaşmak doğru değildi.
Diğer husus ise bir aile ferdi olarak Lebid’in kızının bu tavrının babasına faydasıydı. Aile fertlerinin tavrı ve tutumu aile büyüğünün nasıl davranacağı hususunda yol gösterir. Ailenin babasından önce eşinin, kızının veya oğlunun doğru bir hareket tarzı belirlemesi bazen görülemeyeni görmeyi sağlar. Küçük evladınız bile bir davranışı ile size pusula olabilir. Lebid’in kızı da tam olarak bunu yapmış ve isabetli bir karar verilmesini sağlamıştı.
Sonuç olarak Kur’ân nuranî ve saadetli ve hakikatli bir surette bir tebdil-i hayat-ı içtimaiyeyi (toplumsal hayatın değiştirilmesi) gerçekleştirmişti. Bu sebeple böyle bir kitabın misli yoktur, harikadır, fevkalâdedir, mu’cizedir.