Üstad Bediüzzaman, nefsine hitaben yazdığı ve onun üzerinden hepimize yönelik çarpıcı mesajlar ihtiva eden bir bahiste, “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış; herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder, derd-i maişetle sarhoştur” diyen nefsine “Öyle deme” diyor ve şu düşündürücü sözlerle cevap veriyor:
“Çünkü ölüm değişmiyor, firak (ayrılık) bekaya kalbolup (dönüşüp) başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peyda ediyor.”
(“Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir” başlıklı bu bahis Sözler’den okunabilir: s. 275-7)
Gerçekten de ruhlar âleminde başlayıp çocukluk, gençlik, yaşlılık ve kabir duraklarından geçerek haşre giden yolculuğumuz, bilhassa kabir tarafına nüzulün başladığı 40 yaşı devirdikten sonra daha da hız kazanarak devam ediyor.
Şakaklarımızdaki beyazların artması, ölümün keşif kolları olan hastalıkların bedenimizde yerleşmeye ve şimdiye kadar sağlıklı işleyen organlarımızın arıza sinyalleri vermeye başlaması ve etrafımızın ard arda gelen vefatlarla boşalması, sür’atlenen bu sürecin düşündürücü işaretleri.
Son işaretleri geçen ay Denktaş, geçen hafta Başoğlu, iki gün önce de Hüseyin Demirkan, “Ölüm haktır” fermanını imzalayarak verdiler.
Hüseyin Demirkan, 1970’li yıllarda ihtisas eğitimi için yurt dışına giden ilk kuşak Nur talebelerindendi. Mühendislik tahsili görmüştü.
Vicdanın ziyası olan imanî ve dinî ilimlerle aklın nuru olan modern fenleri imtizac ettiren bir hizmet hamlesinin ilk kıvılcımını yakanlardan biriydi. ABD’de iken bu muhtevada hazırladığı bir metnin, “lâhika” formatında basılıp çoğaltılarak derslerde okunduğunu hatırlıyoruz.
Bazı özel arşivlerde o lâhika hâlâ mevcuttur.
Türkiye’ye dönüp Yıldız Teknik Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladığında, ABD’de iken yazdığı lâhikanın devamı niteliğindeki çalışmalarını genişleterek sürdürdü.
Yıldızların Esrarı kitabı böyle ortaya çıktı.
Hazırladığı dosya, Ümit Şimşek’in akıcı üslûbuyla edite edilerek önce Yeni Asya’nın Ramazan sayfasında dizi halinde yayınlandı. Sonra yine Şimşek’in koordinatörlüğünde faaliyete geçen Yeni Asya Araştırma Merkezinin başlattığı İlim ve Teknik Serisinin ilk kitabı olarak neşredildi.
Feza âlemlerini ve yıldızları, en son bilgilerin ışığında, iman penceresinden bambaşka bir bakış açısı ve sürükleyici bir üslûpla anlatan bu kitap müthiş bir alâka gördü. Baskı üstüne baskı yaptı. Serinin peş peşe gelen diğer kitapları bu ilgiyi katlayarak arttırdı. Yepyeni bir çığır açıldı.
Çok ses getiren bu seri için Bekir Topaloğlu ve Saim Yeprem gibi ilâhiyat hocaları, “Modern ilm-i kelâm” yorumu yaparak, imanî konuların gençlere böyle anlatılması gereğini vurguladılar.
Yıldızların Esrarı’nın yayına hazırlandığı süreçte Hüseyin Demirkan, Cağaloğlu Yerebatan Caddesindeki binamızın en üst katında kurulan Araştırma Merkezine sık sık uğruyor ve hazırlıkları takip ediyordu. Onu, bu uğrayışlarındaki şevkli ve heyecanlı görüntüleriyle hatırlıyoruz.
Ama sonraki yıllarda maruz kaldığı ciddî rahatsızlıklar sebebiyle, çalışmalarını maalesef devam ettiremedi. İnanılmaz derecede büyük zorluk ve çileler çekti. Şahs-ı manevînin sahip çıkmasıyla ayakta kalarak hayat yolculuğunu sürdürebildi.
Demirkan’la en son görüşmemiz, bir süre önce Ümraniye’de iştirak ettiğimiz bir sohbet vesilesiyle oldu. Çektiği sıkıntıların ardından hayli toparlanmış, beyaz sakallı, nur yüzlü, eskisi gibi mütebessim, hoşsohbet ve konuşkan bir ihtiyar olarak. Görür görmez tanıdı, yazılarımızı takip ettiğini söyledi ve sitayişkâr ifadeler kullandı.
Bu dünya hayatında maruz kaldığı çetin ve zorlu imtihanların, terhis belgesini alıp intikal ettiği berzah ve ardından açılacak ahiret âlemlerindeki mertebelerini yükseltmesini diliyoruz.
Ve Yıldızların Esrarı ile başlattığı çığırın, “Essebebü ke’l-fail” sırrıyla, onun için hiç kapanmayacak bir hasenat defteri açtığına inanıyoruz.