Bediüzzaman, istibdat ve meşrutiyeti Kur’ân başta olmak üzere İslâmî referanslardan hareketle tarif edip, bu iki kavramın doğurduğu sonuçları anlatırken, “Ne kadar iyilik var, meşrutiyetin ziyasındandır; ne kadar fenalık var, ya eski istibdadın zulmetinden [karanlığından] yahut meşrutiyet namıyla yeni bir istibdadın zulmündendir” diyor.
Bu fenalıklardan birini de, devamındaki izahlarda, “bir büyük adam” üzerinden örnekliyor:
“Büyük adam istibdat ile kuvvete veya hileye veya kendisinde olmayan, tasannuan [yapmacık olarak] kuvve-i maneviyeye istinaden, halkı isti’bad ederek [köleleştirerek] havf ve cebrin [korku ve zorlamanın] tazyiki ile insanı hayvanlığa indirmiş; daima o milletin şevkini kırar.”
Bu durumun beraberinde getirdiği diğer olumsuzlukları da şu şekilde sıralıyor:
“Zira milleti hep sa’yi suhre gibi işliyor [zoraki çalışıyor], hatır için gibi yapıyor, iyilik etse de riya karıştırıyor, müdahane [dalkavukluk] ve yalana alışıyor, daima aşağıya iniyor.”
Bunun da, insanın emek ve çalışmasının buharı hükmündeki şevki söndürdüğünü söylüyor.
Said Nursî’nin konuyla ilgili olarak yaptığı izahlardaki her bir cümlede, hatta o cümlelerdeki her bir ibare ve kelimede, uzun uzun üzerinde durulup tahlil edilmesi gereken ve her zaman geçerliliğini koruyan derin mana ve mesajlar var.
Bunlardan bir kısmını, anlayabildiğimiz kadarıyla, kendi ifadelerimizle özetlemeye çalışırsak:
Bir defa, istibdadın en büyük zarar ve tahribatlarından biri, insanlardaki şevki söndürmesi.
Her şeyin tepedeki müstebide endeksli ve ayarlı olarak yürüdüğü; başarı ve iyiliklerin ona mal edilip kusur, noksan ve olumsuzlukların faturasının hep “aşağıdakiler”e çıkarıldığı bir yapı ve işleyiş, insanlarda şevk ve heyecan bırakır mı?
Şevkin kalktığı yerde hiçbir inkişaf da olmaz.
İleri ve gelişmiş dediğimiz ülkeler kişi hak ve özgürlüklerine önem veren demokratik rejimlerle yönetiliyorken, müstebit yönetimlerin iktidarda olduğu ülkelerin ortak özelliklerinden birinin fakirlik ve geri kalmışlık olması da bundan.
Çünkü oralardaki baskı rejimleri, Allah’ın insana verdiği kabiliyetlerin gelişmesine fırsat tanımıyor, tam tersine istidatları köreltip dumura uğratarak, insanları cehalet ve geri kalmışlığın karanlığı içerisinde yaşamaya mahkûm ediyor.
Ve onların perişanlığını sömürerek, kendi keyif ve saltanatını ilânihaye sürdürmeye çalışıyor.