Bediüzzaman, muhali talep etmeyi; kişinin, kendisine zararı olarak ifade eder. Konumuz her yönüyle tartışmaya çıkıyor.
12 Eylül İhtilâli’nin yakın tarihimizin en büyük cinayetlerinden olduğunu kabul etmeyenler, buradaki ifadelerimizi anlamada elbette zorluk çekeceklerdir. Yazımızda tarafgirliğe, duygusallığa ve magazinselliğe girmeden; mantık düzeyinde kalmaya inşaallah gayret edeceğiz.
“12 Eylül” dediğimiz hadisenin, küresel çerçevede ittifak etmiş Neoliberal ve Neocon koalisyonun, Marksist Kemalistlerin yardımıyla gerçekleştirdikleri bir cinayet olduğunu çokça ifade ettik. İhtilâlin Türkiye kahramanları arasında bulunan askerler ve sivillerin, ABD’deki küresel ihtilâlcilerle ve Pentagon’daki Troçkistlerle olan irtibatları, bundan sonra yoğunca yazılacaktır. Bize göre Neoliberaller, deşifre olmamak için bölgedeki mıntıka temizliklerine hız vereceklerdir.
Türkiye’nin 12 Eylül sürecine girişinde dahli olmuş, sonra on yıla yakın Dünya Bankası’nda eğitim almış kişiyi rehber edinmiş, ANAP’ın mirasına sahip çıkmış, hatta partilerinin kuruluşunda eski Diyanet İşleri Başkanını, ihtilâlin başı olan cuntacıya fetva için Marmaris’e göndererek oradan gelen emirlere harfiyen uymuş bir siyasî hareket, yani AKP; milletin iğfalinden ve müşevveşiyetinden yararlanarak sivil anayasa vaadinde bulunuyor. Ve hayatları darbecilere itiraz, demokrasiye yardım ve millî birlik-beraberliğe gayretle geçmişleri de, kabulü gayr-i mümkün duaya amin demeye çağırıyor.
Fıkıhtaki meşhur kaideyi biliyoruz. “El-Katilu La Yerisu” (Miras için katleden, verasetten mahrumdur.) İhtilâlin, demokrasimizin katli olduğunda müttefik olduğumuza göre, bu cinayeti işleyenlerin masumiyetine inanarak tam çeyrek asırdır istibdadın bekçiliğini yapan AKP’nin bu oyalamasına müsamaha ile bakanlardan demokrasi davacı olmayacak mı?
Bu tiyatroyu 2010 yılında da sahnelemişlerdi. 12 Eylül’ü mahkûm etme sloganıyla referanduma gittiklerinde, “Timur’un ikinci fili” ile dönenler, kendilerine yardımcı olan dinî cemaatleri kendi iktidarları uğruna fedadan çekinmemişlerdi. Risale-i Nurları ölçü edinmiş Yeni Asya’nın demokrasi karşıtlarına verdiği mücadeleyi Çin’deki sağır sultan da bilir. İşte 1960 ve sonrasında Sivas Toplama Kampı… İşte 12 Mart’ta Gürler’le hücuma geçmiş Marksist Kemalistlerin püskürtülmesi… İşte 12 Eylül Darbesi’nin dayattığı referanduma yaptığımız itirazın neticesinde basın tarihinin en büyük mahkûmiyetiyle 470 gün neşirden menimiz ve 12 Eylül’ün bir parçası olan 15 Temmuz sürecine vâki olan itirazımızla, Risale-i Nurların basımının gasbı hikâyesi ile basın ilân hakkımızın zalimce elimizden alınması… Bütün bu olaylarda, demokrasi karşısında bir avuç demokrat solcu ile kalmışız. Bu milletin imanına Risale-i Nur ile yardıma koşan Nur Talebeleri için hürriyet de çok önemliydi.
Müteharrik-i bilvasıta olan AKP hükümeti, 12 Eylül’ün meyvesi ve bekçisi olduğunu unutturarak, ihtilâl sonrasındaki tahriplere –güya– itiraz ederek hem efendilerinin ve hem de kendisinin ömrünü uzattırma sevdasında… Tam yirmi beş sene… Darbecilerin istibdat uğruna kurdukları düzene sahip çıkarak geliyorlar… 12 Eylül Anayasası’nın ilk dört maddesini kutsayarak Türk milletinin önüne çıkmak istiyorlar. Yargı bağımsızlığını, üniversitenin ilmî bağımsızlığını, hekimlerimizin şifa noktasındaki tecrübe/hikmet serbestiyetini, millete yardım ve işleri kolaylaştırma niyetiyle kurulmuş STK’ların hareket bağımsızlığını, demokrasilerde muhalefet hakkından ve adaletten sonra en önemli hak olan neşriyat bağımsızlığını ve ailelerin çocuklarını inançlarına/kültürlerine göre terbiye etme bağımsızlığını milletimizin elinden almış 12 Eylül’cülerin hangi tahribini tamir etmiş, “sivil anayasa(!)” sevdalısı AKP hükümeti, söyler misiniz? Bu yetmemiş, gelişen teknoloji ile milletimizin henüz eline ve cebine girmeyen alın terini, globalcilere peşkeş çekmiş… Fert bazında halkımızı; hem Avrupa’nın, hem de Asya’nın en fukara ve bankalara borçlu musibetzedeleri haline getirmiş, AKP’nin kurmayları…
Atatürkçülüğü anaokulundan üniversiteye kadar ritüel olarak yaşatırken; milletin alın teriyle işleyen TRT’de ve diğer kurumlarda ders veren AKP, sivil anayasa meselesini tamamen rafa kaldırmak zorundadır. Milletimizi ırk/dil cihetiyle, inançları itibariyle, diğer sınıflarıyla atomize etmiş bir 12 Eylül’ün günbatımında bu meselenin gündeme getirilmesi, milletle istihzadır. Milletlerin sivil anayasaları için önce millî birlik-beraberlik, sonra uhuvvet, daha sonra korkusuz zeki temsilciler gerekiyor. Bunların hiçbirisinin olmadığı bir zamanda sivil anayasadan bahis, abesle iştigaldir.