Diyanet İşleri Başkanlığı Kanununun 6. maddesi, Mushafları İnceleme ve Kıraat Kuruluna, sadece Mushaflar ve mealli Mushaflar için, ama mealine karışmaksızın, şöyle bir yetki veriyordu:
“Hatalı ve noksan olarak basıldığı veya yayımlandığı Kurul tarafından tespit edilen Mushaf ve Cüzler ile sesli ve görüntülü Kur’ân-ı Kerîm yayınları, Başkanlığın müracaatı üzerine, yayımın yapıldığı yer sulh hukuk mahkemesi kararı ile toplatılır ve imha edilir.”
Maksat belliydi: Basılı eserlerde Kur’ân’ın metnini yani lafzı muhafaza ve hataları önlemek.
Ancak “sivil din hizmetleri alanına çeki düzen vermek” iddiasıyla ortaya çıkmakla birlikte bizce bulanık suda balık avlamak isteyen birilerince, 2018’de KHK’ler düzeninin son KHK’sine bir hüküm konularak, Diyanet’e “meal sansürleme yetkisi” verildi. Şöyle:
“… yapılacak inceleme sonunda İslâm dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu Kurul tarafından tespit edilen meallerin, Başkanlığın yetkili ve görevli mercie müracaatı üzerine basım ve yayımının durdurulmasına, dağıtılmış olanların toplatılmasına ve imha edilmesine karar verilir.”
Hemen ardından, “birilerince sevilmeyen bazı zatlarca” yazılan bazı mealler, Diyanet’in başvurusu üzerine, kendisini resen yetkili gören sulh ceza hâkimliklerince, hem de Basın Kanununun 25/2. maddesi gibi ilgisiz hükümlere de -güya(!)- atıflar yapılarak toplatıldı.
Nitekim biz de “Yayın yasağıyla dini koruyan hâkim-savcılar” başlıklı 26 Şubat 2023 tarihli yazımızda, Diyanet’in arzusuna uyarak kanunda olmayan bir yetkiyi kullanmak suretiyle yayın yasağı koymak gibi işgüzarlıklar yapan hâkimlerin varlığından söz ettik ve bakışımızı ortaya koyduk.
Sonrasında bu KHK Anayasa Mahkemesi tarafından yetkisizlik gerekçesiyle ve haklı olarak iptal edildi.
Bunun üzerine 29.05.2025’te kabul edilen 7549 sayılı Kanun ile Diyanet’in bu görev ve yetkisi şu şekilde yenilendi:
“Kur’ân-ı Kerîm meali veya tercümesi adıyla yapılan yayınları Başkanlık ile diğer kamu kurumları, özel kişi ve kuruluşların talebi üzerine veya resen incelemek … yapılacak inceleme sonunda İslâm Dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu Kurul tarafından tespit edilen yayınların, Başkanlığın yetkili ve görevli yargı merciine müracaatı üzerine basım ve yayımının durdurulmasına, dağıtılmış olanların toplatılmasına ve imha edilmesine karar verilir.”
Böylece bu Kanunla meal sansürü işi güya bir yargı kararına bağlı hale getirildi.
Üstelik asıl sorular da cevapsız:
Meal dediğimiz şey neticede bu meali kaleme alanın, çok mana tabakaları içeren bir mukaddes metinden anladığı sınırlı manadan ibaret olduğuna göre meal de bir dinî yayındır. Belki temel dinî yayınlardandır ama neticede yazarlarının fikridir. Dolayısıyla meal denetlenecekse aynı gerekçeyle diğer dinî yayınlar da denetlenebilir ve hatta denetlenmelidir.
Diyanet’in gerçek özerkliği sağlanmadıkça, bu yetkinin bilhassa siyasî saiklerle ve kötüye kullanılması ihtimali, ciddiye alınması gereken bir risktir. Zira korkutucu sansüre mealle başlayan mealli tefsire de el atar, oradan da “bunda da ayet meali var” diyerek her türden muhalifin her türden dinî nasihat kitabına kadar ve hatta meşhur Birinci Şuaya kadar gider. Delilimiz yukarıda yer verdiğimiz 2018 sonrası fiilî uygulamadır. Bizden söylemesi.
Bu bilgilerle soralım: Bu çağda din yorumu yapma ve dinî yayın yapma yetkisi Diyanet’in tekeline verilebilir mi? Bu tekel dini zenginleştirir mi, fakirleştirir mi? İlahiyat ve İslâmî İlimler Fakülteleri ne olacak?
Bizce Diyanet sadece talep edenlerin dinî yayınlarını refere etmeli ve bir tür “helâl” damgası gibi sertifikalandırıp akredite etmelidir.
Belki bunun bir adım ilerisi olarak, Diyanet, re’sen ya da şikâyet halinde “İslâm Dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı” olduğunu tesbit ettiği yayınlar hakkındaki gerekçeli görüşünü kendi web sayfasından yayınlamakla yetkilendirilebilir.
Artık içinde olduğumuz çok dilli online yapay zekâ çağında “yasaklama”nın reklam etkisi bizce daha tehlikelidir.