Bir anne olarak en büyük hassasiyetim, çocuklarımın eğitimiydi. İlk günlerde gördüğümüz manzara bizi hayretler içinde bıraktı.
Amerika’ya taşındığımızda, yabancı bir ülkede yeni bir hayata adım atmanın heyecanı ve endişesini birlikte yaşadık. Bir anne olarak en büyük hassasiyetim, çocuklarımın eğitimiydi. İlk günlerde gördüğümüz manzara bizi hayretler içinde bıraktı.
Okullara kayıt süreci gayet düzenli ve kolay ilerledi. Çocuklarımız için gerekli bütün materyaller – laptoplarından çantalarına, defterlerinden kitaplarına kadar– hiçbir aksama olmadan teslim edildi. Her şey çocukların ihtiyaçlarına göre hazırlanmıştı. Burada çocuk, adeta hayatın merkezinde. Onun mutluluğu, güvenliği ve geleceği için bütün kurumlar seferber olmuş durumda. Bu ilgi ve hassasiyet, biz annelerin yüreğine huzur serpiyor.
Bir annenin gözünden en kıymetli olan şey, evlâdına gösterilen değerdir. Amerika’da bu değeri her alanda hissediyorsunuz. Çocuğu yalnızca “öğrenci” değil, bir birey olarak görüyorlar. Kadınlara verilen kıymet de aynı derecede dikkat çekici. Toplumda anneye, kadına ve onun emeğine saygı gösteriliyor. İnsan kendini bu sayede yabancı değil, kıymetli bir misafir gibi hissediyor.
Elbette bu ülkenin kendine has bir kültürel yapısı var. Bu kültüre uyum sağlayabilmek için maneviyatımızın sağlam olması gerektiğini de çok iyi fark ettim. Zira burada herkesin inancı, tercihi ve kimliği saygı görüyor. Ama bu serbestiyet, insana daha çok sorumluluk yüklüyor: “Ben kimim, değerlerim neler ve evlâtlarıma ne bırakıyorum?” soruları zihnimde daha sık yankılanıyor.
Kızım Feyza başörtüsüyle ortaokula başladı. İlk günlerde tereddütlerim vardı. Acaba farklı bir kültürde, yabancı bir dil ve ortamda nasıl karşılanacak diye düşündüm. Fakat öğretmenlerinin yaklaşımı bütün endişelerimizi aldı götürdü. “Sen farklı bir coğrafyadan geldin, yeni bir okul ve dil ortamındasın. Ama merak etme, biz bunları birlikte aşacağız” diyerek kızımı teselli etmeleri, hem onun kalbine, hem bizim gönlümüze ferahlık verdi.
Okulun hassasiyetine dair en güzel örneklerden biri, kayıt sırasında doldurduğumuz formlar oldu. Çocuklarımızın dinlerini, helâl-haram hassasiyetlerini, sağlık durumlarını, varsa alerjilerini tek tek sordular. Yani çocuğun sadece zihnini değil; bedenini, sağlığını ve ailesinin değerlerini de dikkate alıyorlar. Bu yaklaşım, “eğitim bütüncül olmalı” anlayışını fiilen gösteriyor.
Biz de bu topraklarda sadece dünyaya dönük değil, ahirete bakan yönümüzü de korumak için gayret ediyoruz. New Jersey’de ailecek Risale-i Nur dersleri başlattık. Burada iman ve Kur’ân tohumlarını ekmeye, bu toplumun bereketli topraklarına maneviyatın fidelerini dikmeye çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki: Fidan ne kadar güçlü olursa, fırtınalara o kadar dayanıklı olur.
Evet, Amerika’da maddî şartlar güzel, insanlar yardımsever, kurumlar düzenli. Fakat asıl mesele, bu ortamı imanla ve ahlâkla taçlandırmak. Bediüzzaman’ın dediği gibi: “Kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa, akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir.”
Yani bilgi ve teknik tek başına yeterli değildir. Kalp imanla yoğrulmazsa, akıl tek başına istikameti bulamaz. İşte bizim vazifemiz, bu ülkenin sunduğu imkânları alıp, evlâtlarımızın kalbine Risale-i Nur’un dersleriyle iman ve ahlâkı yerleştirmektir.
Amerika’da bir anne olarak ilk gözlemlerim bunlar. Bundan sonraki notlarımızda bu ülkenin eğitim modeli, trafik düzeni ve Risale-i Nur hizmetleri üzerine tecrübelerimizi paylaşmayı niyet ediyorum inşallah. Çünkü biliyoruz ki; gerçek medeniyet, yalnız maddî terakkiyle değil, iman ve ahlâk ile kaimdir.