İnsanoğlu tarih boyunca hep bir şeylerin peşinde koşmuştur: Mal, makam, para, şöhret, itibar, vb.
Fakat ne gariptir ki, insan ne kadar çok şeye sahip olursa olsun, kalbi yine tam anlamıyla huzur bulamaz. Çünkü hakikî zenginlik, dış dünyada değil; insanın kalbinde gizlidir. İşte bu iç huzurun, izzetin ve onurun adı müstağniliktir.
Müstağni olmak, “hiçbir şeye muhtaç olmamak, el açmamak, menfaat karşısında eğilmemek” demektir. Ancak bu, dünyadan tamamen el etek çekmek değildir. Aksine, dünyaya karşı kalben bağımsız olabilmek anlamına gelir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin ifadesiyle, “Müstağni ol ki izzet bulasın.” Çünkü müstağnilik, insana şahsiyet kazandırır, izzetini korur ve onu başkalarının eline baktırmaz.
Günümüzde özellikle gençler olarak büyük bir imtihan içindeyiz. Sosyal medyada öne çıkmak, beğe- nilmek, takdir görmek, sahip olduklarımızla değer kazanmak gibi bir anlayış toplumun her köşesine işlemiş durumda. Oysa gerçek kıymet, sahip olduklarımızda değil, sahip olduklarımıza karşı gösterdiğimiz duruştadır. Eğer bir insan elindekine kanaat edebiliyor, gösterişten uzak durabiliyor ve kimseye minnet etmeden yaşayabiliyorsa, işte o kişi gerçek manada müstağnidir.
Bediüzzaman’ın hayatı da bu hakikatin en güzel örneklerinden biridir. O, bütün hayatı boyunca dünyevî hiçbir makamı kabul etmemiştir. Ne siyasî bir menfaatin peşine düşmüş, ne de ilmini dünya malına alet etmiştir. Defalarca sürgün edilmiş, hapislerde çile çekmiş, ama asla boyun eğmemiştir. Çünkü o, izzeti Allah’ın rızasında, huzuru ise iman hizmetinde bulmuştu.
Risale-i Nur’un talebeleri de Üstadlarından aldıkları bu dersi hayata geçirmişlerdir. Onlar, hiçbir maddî çıkar beklemeden, sadece Allah rızası için hizmet etmişlerdir. Bu müstağni duruş, Yeni Asya cemaatinin de en belirgin vasfıdır. Yeni Asya, hiçbir siyasî güce yaslanmadan, hak bildiği yoldan şaşmadan yayın hayatını sürdürmektedir. Çünkü hakikî müstağnilik, “hak için, menfaatten uzak durarak” hizmet etmektir.
Bugün birçok insan, çıkar ilişkileriyle örülmüş bir dünyada yaşıyor. İnsanlar, menfaat uğruna dostluklarını, hatta inançlarını bile feda edebiliyor. Oysa müstağni insan böyle değildir. O, menfaat için değil, hakikat için yaşar.
Müstağni olmak, aynı zamanda kanaat sahibi olmak demektir. Kanaat, insanın kalbine huzur getirir. Çünkü doyumsuz bir kalp, en büyük zenginliklere bile sahip olsa tatmin olmaz. Fakat kanaat eden, az da olsa şükreder, elindekinin kıymetini bilir. Bediüzzaman bu gerçeği, kanaat edenin hür yaşayacağı şeklinde bize özetler. Müstağnilik de bu hürlüğün en yüksek mertebesidir.
Yeni Asya çizgisi işte tam bu noktada örnektir. Çünkü bu camia, hiçbir menfaat grubuna boyun eğmeden, iman ve hürriyet davasını savunmaktadır. Maddî desteklerden yoksun kaldığı dönemlerde bile, inandığı hakikatten taviz vermemiştir. İşte bu duruş, müstağniliğin en somut hâlidir.
Biz gençler de bu çağda müstağni olmayı öğrenmeliyiz. Dış görünüşe değil, iç güzelliğe önem vermeliyiz. Her şeyin hızla tüketildiği bir dönemde, sabırla, kanaatle, değerlerimize sıkı sıkıya sarılmalıyız. Çünkü müstağnilik, bizi sadece dünyevî bağlardan değil, nefsin esaretinden de kurtarır.
Velhasıl, müstağni olmak sadece bir fazilet değil bir imanî duruştur. Bu duruş, insanı hem dünyada izzetli, hem de ahirette huzurlu kılar. Risale-i Nur’un ders verdiği bu hakikat, bugün de tazeliğini korumaktadır. Hak yolunda yürüyen her insan için müstağnilik en büyük zenginliktir. Çünkü hakikî müstağni, hiçbir şeye kulluk etmez, o yalnızca Allah’ın kuludur.