Bazı insanlar vardır; dünyadan göçüp gitseler de duruşlarıyla, tavizsiz karakterleriyle ve geride bıraktıkları manevî mirasla yaşamaya devam ederler.
Abdurrahman Aydın Ağabeyimiz, tam da böyle bir insandı. Sert ve tavizsiz mizacının ardına gizlediği derin merhameti ve elli yılı aşan hizmet hayatıyla, tanıyan herkesin kalbinde bir iz bıraktı.
“Biz Nurcu olamadık, olmaya gayret ediyoruz.”
Bu mütevazı sözler, ömrünü hakikat ve hizmet yoluna adamış, yiğit bir insana aitti. O, bu sözü dilinden düşürmezdi. Çünkü ona göre “Nurcu” olmak, iddia edilecek bir unvan değil, ömür boyu sürecek bir gayret, bir mücadele, bir hizmet yolculuğuydu.
Onun hikâyesi, bir hizmete adanmışlık hikâyesidir. Her şey, 1968-69 yıllarında Kütahya’da asker ocağında bir arkadaşı vesilesiyle Risale-i Nurlar ile tanışmasıyla başladı. O tanışıklık, hayatının miladı oldu. Trabzon’a döndüğünde Müslüm Selçuk ve Ramiz Selçuk gibi ağabeylerin yanında soluğu alarak yaklaşık yarım asrı devirecek bir hizmet yolculuğuna ilk adımını attı. Bu yolun, Kur’ân hakikatleri üzerine kurulu, menfaatsiz ve tamamen ahirete yönelik bir yol olduğunu gördüğünde ise “tamamen çakıldım, kaldım” diyerek sadakatini perçinledi.
Hizmetin “Dikeni” Olmak
Abdurrahman Ağabeyi anlatan en çarpıcı ifadelerden biri, şüphesiz kendi kimliğine dair yaptığı o samimî tespitti. Sık sık, “Ben bu hizmeti, bu Risaleleri tanımasaydım çok iyi bir eşkiya olurdum” derdi. Bu söz, Risale-i Nur’un bir insanı nasıl dönüştürdüğünün en net ispatıydı. O, bu sert yapısını hizmetin korunması için bir kalkan olarak görüyordu. Oğluna söylediği gibi, bu hizmete mütevazı insanlar, yani “güller” lazımdı; ama aynı zamanda güller açsın diye kendisi gibi “dikenler” de gerekliydi. Çünkü o dikenler, güle uzanacak art niyetli ellere karşı birer muhafızdı.
Onun hizmet anlayışının temelinde derin bir mahcubiyet vardı. Çünkü ona göre dava adamı olmak, birkaç kitap okumakla elde edilecek basit bir unvan değildi. Mehmet Kutlular, Müslüm Selçuk gibi büyüklerinin çektiği çileleri, zindanları ve eziyetleri düşündüğünde, kendi yaptığını bir hiç olarak görürdü. Bu yüzden, hizmete girip kısa sürede “Ben Nurcu oldum” diyenleri asla sevmez, bu yüzeyselliğe karşı net bir duruş sergilerdi.
Bir Babanın En Güzel Mirası
Abdurrahman Aydın aynı zamanda ailesine nurlu bir yolu miras bırakan bir babaydı. Çocuklarının ve kardeşlerinin de hizmete girmesine vesile olarak, “sebep olan yapan gibidir” hakikatine mazhar oldu. O, sadece kendi amel defterini doldurmadı; çocuklarının ve sevenlerinin gönlüne de iman, ihlâs ve hizmet tohumları ekti: “Onun sayesinde biz de Risale-i Nurları tanıdık, bu kutlu davanın bir neferi olabilmenin gayreti içine girdik.”
Evlatlarının hafızasına kazınan en samimi anılardan biri, birçok defa geceleri Risale-i Nur okurken göğsünde kitapla uyuyakaldığı anlardı. Ardında kalanlara bu yolda yürümeyi öğretti. Maddî hiçbir beklenti içinde olmadan, tamamen manevî bir aşkla bağlandığı bu dava, onun ve ailesinin hayatına yön verdi.
Hayatını “dürüst bir Nurcu” ve “tavizsiz bir demokrat” olarak tamamladı. Ardında, hizmet aşkıyla dolu merhametli bir insanın portresini bıraktı.