İnsana emaneten verilen her özellik gibi, korku hissi de ancak yerinde, zamanında ve fıtrata uygun devreye girerse bir mâna ifade eder.
Tarih boyunca cesaret timsali nice korkusuz kahramanlarımız, bunun en güzel örneklerini yaşayarak, kendilerinden sonraki nesillere miras bırakmışlardır. En büyük makamlarda bulunmalarına rağmen; halife, sultan ve padişah olmalarına rağmen en ön saflarda cepheye koşmuşlardır. Allah için, din ve vatan için, milletin birliği ve selâmeti için göğüslerini düşmana karşı siper ederken zerre kadar korkuya kapılmamışlardır. Onların tek korkusu, Allah’a hesap verememek olmuştur.
İşte, herkesi heybetiyle titreten Hz. Ömer (ra), takvada çok ileri bir mertebede idi. Allah’dan çok korkar ve şöyle derdi: “Eğer bütün insanlar Cennet’e girecek, sadece bir kişi Cehennem’e gidecek denilse, korkarım ki o ben olayım.” Bununla beraber Allah’ın rahmet ve keremine karşı umudunu muhafaza eder ve “Bütün insanlar Cehennem’e, bir tek insan Cennet’e girecek denilse, umarım ki o ben olayım.”
Adaleti ve hakperestliği dillere destan olan Hz. Ömer! Düşmanlarının yüreğine korku salan Hz. Ömer! Lânetli Şeytan’ın bile kendisinden korkup yoluna çıkamadığı Hz. Ömer! Bununla beraber karıncaya ayak basmaktan sakınan ve “Dicle kenarında bir kurt, bir koyunu kapsa, korkarım ki Allah bunu Ömer’den sorar” diyen Hz. Ömer!
Ve Nebevî irşadın ışığında aynı istikamette Allah yolunda korkusuzca bugüne kadar iz sürenler. Sıradağlar gibi maniaları aşarak gelenler. “Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz; Bu yol ki hak yoludur dönme bilmeyiz yürürüz!”
Ve gele gele bir Bediüzzaman meydana çıkmış ki, sıradağlar gibi muhkem olan imanıyla kâinata meydan okumuştur! Kur’ân’dan ilhamen yazdıklarında “korku” hissi de lâyık olduğu mâna ve mahiyete kavuşmuştur. Onun bir tek şu sözü bile korkuyu anlamamıza yetiyor: “Cenâb-ı Hak havf (korku) damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir.”
Şu sözünü ise hayatıyla belgelemiştir: “Bütün sergüzeşt-i hayatım şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı korku, elimi tutup men edememiş ve edemiyor.”
Unutmayalım. Aslında korkak olan zalimler, sadece korkakları korkutur. Korkaklar da zalimleri büyütür! Habil ile Kabil’den bu yana böyle devam edegelmiştir.
Habil, Kabil’e şöyle der: “Beni öldürmek üzere elini, bana uzatırsan ben, seni öldürmek için sana elimi uzatmam; çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (Maide, 5/28.) Şu îmana bakınız. Kendisini öldürmeye kararlı gördüğü Kabil’den asla korkmuyor. Sadece Âlemlerin Rabbinden korkuyor. Asıl ömrünün sonuna kadar korku ve endişe içinde yaşayan ise Kabil oluyor. Geliniz asıl bu emir karşısında hakikaten korkalım, titreyelim: “Ey iman edenler, Allah’tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah’tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr Sûresi, 18)
**
Bu dünyada hepimiz şu veya bu şekilde korkulu anlar yaşamış, sevimsiz tehlikeler atlatmışızdır. Atlattıktan sonra da Allah’a şükrederek, tekrarından O’na sığınmışızdır. Araba kazaları, depremler, yangınlar, ağır hastalıklar... Sorgulamalar, mahkemeler, cezalar ve bunun gibi daha bir yığın istemediğimiz halde bize isabet eden hadiseler... Bilirsiniz. Çok bilinen ve çok söylenen bir deyim vardır. “Korkunun ecele faydası yoktur.” Bu deyimle, kestirmeden ve ustaca anlatılmak istenen şu olsa gerektir: Gelmekte olan; gelmesi ve olması muhakkak gibi görünen üzücü şeyler, korkuya kapılmakla önlenemez. Öyleyse başlıktaki sorunun cevabı şu olsa gerektir: Korkmuyoruz! Hasbünallahü ve ni’mel vekil!