Kendilerini yanılmaz zanneden nice büyüklerin ve büyük grupların apaçık yanılgıya düştükleri çok kritik dönemleri mânen ve fikren yara almadan istişarelerle aşarak geldik.
Bu uğurda ödenen bedellerin, maddî ve dünyevî zayiatların, çekilen çilelerin de “keffaretüzzünub”, sadâka-i cariye ve mükâfat-ı uhrevî olarak kabul edilmesini Rahmet-i İlâhîyeden niyaz ediyoruz.
Ne bahtiyarız ki, imamımızı tanıyor ve izini takip ediyoruz. Bizi direkt Kur’ân’a ve Resûlullah’a (asm) bağlayan Nursî imamızın rehberliği hâlâ canlı, verdiği mesajlar hâlâ hayattar.
Elimizdeki Kur’ânî Risaleleri de bizzat onun nasıl hayata geçirdiğine bakarak idrakine çalışıyoruz. O Risaleleri sadece okumanın, hayata geçirmek mânasına gelmediğini, yaşanan hadiseleri okuyarak görüyor ve hayrete düşüyoruz.
Ey büyük Üstad! Âlem buna şahit ki, biz seni ve Risale-i Nurlar’ı anlamak istiyoruz ve buna çalışıyoruz. İstişarelerimizin ana hedefi de budur! İstişarenin önemiyle ilgili bir Hadis-i Şerif’te Peygamberimiz (asm), “İstişare eden pişman olmaz” buyurmuştur. 1
İbn Abbas (ra) bildiriyor:
“İş konusunda onlarla istişare yap!” âyeti indiği zaman Resulullah (asm) şöyle buyurdu: “Biliniz ki, Allah ve Resulü müşavereden müstağnidirler. Fakat Allah, bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare ederse doğru yoldan mahrum kalmaz. Her kim de terk ederse hatadan kurtulmaz.” 2
Hz. Ömer (ra) der ki: “Tek kişinin aklı ve bakışı tek bir iplik gibidir. İki akıl, iki ayrı görüştür, sicime benzer. Üç akıl ise sapasağlam bir urgana benzer.” 3
Bizim işlerimiz, Allah’ın emri ve Sünnet-i Resûlullah (asm) olan meşveret iledir. Bediüzzaman’ın hayatı ve Risale-i Nur’un ışığında yapılan meşveretler...
Meşveret kararlarımızdan taviz vermeye hakkımız yoktur. Cemaat içinde olmayıp cemaat şuuruyla hareket etmeyen, meşveretten bîhaber, kendi kafa feneriyle hareket eden zaten bizi alâkadar etmiyor.
“Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise zaman, cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki şûrâlar o ruhu temsil eder.” 4
Buradaki “şahs-ı manevî” tarifinde geçen “mütehassıs” değil, “mütehassis” olduğuna göre; yani duygu ve hissiyatından ziyade akıl ve muhakemeyi ön plana çıkaran şahıs demektir. Mezkûr metinde mevzubahis olan ise mücessem bir şahıs değil, şahs-ı manevîdir. Böyle bir şahs-ı manevînin ruhunu da şûrâlar temsil eder. O şûrâların azaları ise; alanında uzman, hadiseler karşısında sağlam ve sarsılmaz, sağırca (etki altında kalmayan, tarafgirlik seslerine kulağı tıkalı) ve objektif olmalıdır.
Dipnotlar:
1- Celaleddin Suyuti, Ed-Dürrül Mensur, c. 2, s. 359. (Taberani).
2- Age, c. 2, s. 359. (İbn Adiy, Beyhaki)
3- Sealibi, Hükümdarlık Sanatı, İnsan yayınları, s. 97.
4- Sünûhat, s. 51.