Benim aklıma, gerçeklik geliyor. Ben, gerçek olmayan bir sürece hayat demekte zorlanıyorum.
Tıpkı, büyük bir plazma TV’de yanan ateşe benzetiyorum. Sadece görüntü... Ancak hayat öyle değil. Bazen yakar, bazen pişirir, bazen ısıtır. Ve bunlar tamamen gerçektir.
Buradan nereye gelmek istiyorum, sanal dünyaya. Nedir bu sanal dünya? Cevap bulamıyorum. Etkisiz eleman gibi bir şey. Binlerce sayıyı toplayıp, sıfırla çarpmak gibi.
Teknoloji çağındayız elbet. İnsanlara bir tık uzaktayız. Dünyadaki haberleri bir kaç saniye içerisinde çoğu kişiye ulaştırabiliyoruz. Bu açıdan hayatımıza hız kazandırdığı kesin.
Ancak, her insanın şahsî âlemini tamamıyla sanal âleme aktarması, adeta kendini sanal bir ortamda doyurması, gerçek hayattan yavaş yavaş kopup kendini sanal dünyada daha huzurlu hissetmesi, hatta orada kendini başka biri olarak görmesi, insanların onu olduğundan farklı biri gibi görmesini istemesine ben sosyal medya demek istemiyorum, belki asosyal medya olabilir.
Sosyal medya olarak tabir edebilmek, kişiyi gerçekliğe yakınlaştırıyor mu, yoksa gerçeklikten uzaklaştırıyor mu, bunun iyi tesbiti ile mümkündür. Bunu tesbit edebilmek için ise, ‘ene’, yani benlik denilen emanetin ne vaziyete girdiğini görmemiz lâzım. Eğer ene gerçek hayattan bunalmış, sanal hayatta kendini daha mutlu hissediyorsa, işler iyiye gitmiyor demektir.
Belki bazı insanları sosyal medya gerçekten de sosyalleştiriyordur. Gerçek hayatında fazla söz söyleme imkânı bulamayan kişiler, sözlerini başkalarıyla paylaşmak için sosyal medya kullanması gayet tabiî bir şey olabilir. Ancak bir topluluğa mensup bir insan, o toplulukta ene dediğimiz buzu eritmesi gerekirken, o buzu sanal dünyada eritmesi bana çok da doğru gelmiyor.
Sanal dünya öyle bir yer ki, bir gün farklı bir haldesindir, o halde bir şey paylaşırsın, başka bir gün keşke paylaşmasaydım, dersin. Her fikrin rahatça paylaşılabildiği bir ortam olan sosyal medya, bir nefsin eline geçtiği zaman, belki de doğru yanlış ayırt edemeden her düşünceyi paylaşabilir. İstişare yolu kapanıp, enaniyet yolu açılabilir.
Bence kişinin bir fikri varsa, bunu paylaşmanın en güzel yolu, gazetemizdir. Ben de fikirlerimi burada paylaşıp, farklı gözlerin bu fikirleri süzgeçten geçirmesini, öyle yayınlanmasını istiyorum. Bazen yayınlandığı zaman da o fikirlere mail adresim üzerinden eleştiriler geliyor, bundan çok memnun oluyorum.
Ancak sosyal medyada ise paylaşılan fikirlere kolayca yorum yapılamıyor, çünkü ulu orta yorum yapılması, farklı kişilerce yanlış anlaşılabiliyor. Hatta herkesin bu eleştiriyi görmesi, fikri paylaşan kişide baskı oluşturabiliyor.
Bir de favorilere ekleme diye bir olay var ki, en sevmediklerimden. Bir paylaşıma kalp atmak. İnsan kendi paylaşımına gelen kalp sayısı fazla olunca mutlu oluyor. Ne bileyim işte, karşılıklı takipleşmek, kalp atmak vs. bunlar pek hoşuma gitmiyor açıkçası, belki de eski kafalı kişiler böyle düşünüyor olabilir. Neyse. Benim sosyal medyam burası arkadaş. Yeni Asya Gazetesi benim sosyal medyam, doya doya kullanıyorum.
Son olarak yine bir sloganla bitirmek istiyorum. ‘’Düzmeceye değil, kesmeceye gelin.’’ Karpuzu bir görün, öyle alın. Kabak gibi karpuz gelince de şikayet etmeyin sonra. Yanılmak istemeyen Yeni Asya’ya gelebilir.