Günümüz ekonomisinde bankalar, borsalar ve sigorta şirketleri, finansal sistemin temel aktörleri haline gelmiştir.
Ancak bu kurumların işleyişi, çoğu zaman üretim ve emeğe değil, faiz, spekülasyon ve güven üzerinden kurulu ticarî modellere dayanmaktadır. Bu yapı, hem ahlâkî hem de toplumsal açıdan problemler doğurmaktadır.
Borsa, ilk bakışta sermayenin dolaşımını kolaylaştıran bir araç gibi görünse de, spekülasyon ve manipülasyon faaliyetleriyle birlikte çoğu zaman emeğe dayanmayan kazançların kapısını açmaktadır. Kısa vadeli fiyat hareketlerinden gelir elde etmek amacıyla yapılan bu işlemler, ekonomik istikrarı zedelemekte, gelir dağılımını bozmakta ve adaletsiz bir servet birikimine yol açmaktadır. Benzer şekilde, sigorta sistemi de güveni maddî bir sözleşmeye indirgeyerek, insanın temel korkularını ekonomik bir araca dönüştürmektedir.
Bu noktada Bediüzzaman şunu söyler,
“Sa’y ü ameli, sermaye ile mübareze ettirip, fukarayı zenginlerle çarpıştıran, muzaaf riba yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem-i mal eden o millet olduğu…”1
Bu cümle, modern finansal sistemin temelindeki zulüm düzenini özlü biçimde özetlemektedir. Emeği ve alın terini sermayeyle karşı karşıya getiren bu yapı, hem toplumsal barışı hem de adalet duygusunu zedelemektedir.
İslâm dini, bu tür yapay finansal ilişkiler yerine, adalet ve paylaşım esasına dayalı bir ekonomik düzeni öngörür. Kur’ân’da faiz kesin olarak yasaklanmış, zekât ise malın arınması ve toplum içinde dolaşımının sağlanması için farz kılınmıştır. Zekât, servetin belirli ellerde toplanmasını önler ve toplumda ekonomik dengeyi sağlar. Bu yönüyle, günümüzün faizli sistemlerine karşı İlâhî bir denge unsurudur.
Zarar ve tazminat konularında da İslâm’ın ölçüsü açıktır. Mü'min, kendi başına gelen zararın Allah’tan olduğuna inanır ve buna sabır gösterir. Ancak bir başkasına zarar verilmişse, adalet gereği tazmin edilmesi gerekir. Bu, kişisel sorumluluğun ve toplumsal düzenin temelidir. Ayrıca, borçlu durumdaki bir kimse ihtiyaç içindeyse, zekât fonlarından destek alabilir. Böylece dinî sorumluluk ile ekonomik adalet birbirini tamamlar.
İslâm ekonomisinin hedefi, kazancı sadece kâr odaklı değil, toplumsal fayda merkezli hale getirmektir. Küçük sermayelerin bir araya gelerek oluşturduğu ortaklıklar, hem dayanışmayı güçlendirir, hem de üretime katkı sağlar. Bu tür dinî temelli ortaklıklar, bireysel çıkar yerine toplumsal refahı ön plana çıkarır.
Velhasıl, faiz, spekülasyon ve korkuya dayalı finansal sistemler yerine; adalet, paylaşım ve yardımlaşmayı merkeze alan bir ekonomik anlayış, hem insanî hem de İlâhî bir zorunluluktur.
Dipnot:
1- Sözler, 25. Söz.