"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İlâhî îkaz: “Nimetime şükretmeyen, musibetime sabretmeyen...”

Mustafa ORAL
24 Mayıs 2017, Çarşamba
İnsan dünyada yalnızları oynuyor.

Biriyle dertleşmek, konuşmak istiyor. Ne var ki içindeki boşluğu Rabbinden başkası dolduramıyor. Allah kuluna hayır murat ederse kalbini duâya meylettiriyor. Duâ kapısı aralanıyor. Kime duâ kapısı açılmışsa ona rahmet kapısı açılıyor.  

İnsan aciz, zayıf. İhtiyaçları da, düşmanları da sınırsız. Sığınacak liman, savunacak silâh arıyor. Duâ hem limanı hem de silâhı oluyor. Kulun kudreti duâda saklı. ‘Duâ bir iksirdir, toprağı gümüş, gümüşü de altın yapar.’ (Bediüzzaman) Kul Allah’ı hakkıyla tanısa duâsıyla dağlar yerinden oynar. (Hadis-i Şerif) “Duâlarım kabul olmadı” diyerek dilini duâdan, elini semadan çekiyorsun. Demek Rabbimizin kudretini hakkıyla idrak edememişiz ki duânın neticesini istediğimiz şekilde göremiyoruz. Öyle günahlar işliyoruz ki kabul olması gecikiyor. 

İnsan içinde veli, ömür içinde ecel ve duâ meçhuldür. Duânın ne zaman kabul edileceği bilinmez. Kalbine duâ arzusu geldiğinde duâ et. Çünkü Allah kabul edecektir’ demiyor mu Efendimiz (asm). Değil mi ki vermek istemeseydi istemek vermezdi?

İstediklerin olmayınca çocuk gibi nazlanıyorsun. Belki duân kabul oldu da haberin yok. Allah arzunu ya aynıyla veya daha evlâsıyla verir. Birisi erkek evlâd ister. Hazret-i Meryem gibi kız verilir. ‘Duâsı kabul olunmadı’ denilmez. ‘Daha evlâ surette kabul edildi’ denilir. Bazan dünya saadeti için duâ eder, âhiret için kabul olunur. ‘Duâsı reddedildi’ denilmez, belki ‘Daha enfa’ bir surette kabul edildi’ denilir. (Bediüzzaman) 

İsteğin belki de şimdilik hayrına değil. Senin işin naz değil niyaz. Bazen hoşlanmadığın iyiliğine, hoşlandığın kötülüğüne olmuyor mu? Kabul olmuş duâ daha sonra imtihana dönüşmüyor mu? Keşke kabul olmasaydı, dediğimiz olmuyor mu? 

İnsan neyi, nasıl isteyeceğini bilemiyor. Ne istediğini bilmeyen nasıl isteyeceğini ne bilsin? O halde Efendimiz (asm) gibi fakirane, hazinâne, mahbubâne, müştakâne, tazarrukârane, bütün kâinatı ağlattıracak, duâsına iştirak ettirecek şekilde, hulus, huşu’ ve huzur-u kalp, safi, halis kalbin lisanıyla, tazarru ve tezellül, iştiyak, hüzün ile duâ ve niyaz etmeli. O zaman kâinat heyecana gelecek senin de duâlarına iştirak edilecek. İnsanda öyle bir lâtife, öyle bir haslet var ki o lâtife lisanıyla her ne sual edilse velev ki fasık da olsa Cenâb-ı Hak o lâtifeye hürmeten o matlubu yerine getirir. (Bediüzzaman) O lâtife ve haslet ile duâ ettin de kabul olmadı mı? 

Duâ bir dilekçedir. Sultan dilekçeye bakar. Acilse hemen, değilse zamanı gelince yapar. Yaptığında da en güzeliyle yapar. İstediğinden fazlasını verir. Senden istediği sadece sabır ile beklemektir. Sen de sabret. Dilekçeni geri çekme. 

MUSÎBETİ NİMET BİLMEK  

Dertsiz duâ kuru ve soğuktur. Dertliyken yapılan duâ gönül denizinden gelir. “Duâ ibadetin özüdür. Kulun Rabbine en yakın olduğu andır.” (Bediüzzaman) Kim sevgiliyle buluşmak istemez ki. Rabbin sesini duymak için deniz gibi belâlar veriyor. Darlık vererek varlığını hatırlatıyor. Değil mi ki sen genişlik zamanlarında O’nu ne arıyorsun ne de anıyorsun. Allah kulunu severse musîbet veriyor ki duâ ve niyazını işitsin. “Ben dünyanın dostlarım için acı, bulanık, dar ve sıkıntılı olmasını vahyettim. Ta ki bana kavuşmayı özlesinler” diyor Rabbim. Demek seni dost (halil) bilmiş. Şükret, o musîbet değil nimet. 

Efendimiz (asm) kullukta misilsizdi. Hepimizin ancak birine katlanabileceği acıları tek başına göğüslemişti. Doğmadan önce babasını, altı yaşında annesini, eşini ve altı çocuğundan beşini kaybetme acısını yaşadı. Açlık çekti. Mekke kendine zindan edildi. Yurdundan sürüldü. Savaşta yaralandı. Bütün bunlar O’nu (asm) âlemlere rahmet kılacak duâlara götürdü. Eğer sabır ve duâyla mukabele etmeseydi âlemlere rahmet olamazdı. 

MUSİBETE SABIR İLACI GEREKİR  

İbrahim (as) ateşe atılmıştı. İmanla ateşi bahçeye çevirmişti. İbrahim gibi ateşler içinde kaldığını düşünüyorsun. Gül mevsimi gelsin, istiyorsun. İbrahim gibi Allah aşkıyla yanmadan gül bahçelerine girilmiyor ki. 

Yusuf (as) kuyuya, Yunus (as) huta (balık) atılmıştı. Yunus suya düştüğünde deniz fırtınalı, gece dağdağalıydı. Balık onu yutmuştu. Her taraftan ümid kesik bir vaziyette balığın karnında Rabbini bulmuş, kurtulmuştu. Kendini kâh kuyuda, kâh hutta hissediyorsun. Kuyuda Yusuf’u, hutta Yunus’u yalnız bırakmayan seni yalnız bırakır mı? Sabret, duâlara devam et. Kuyu açılıyor, hutun karnı yarılıyor. Zekeriyya (as) kalbi kırık, kemikleri erimiş, saçları ağarmış, bedeni kabre doğru hızla koşarken Yahya isimli bir evlât nasip edilmişti. O da gizlice niyaz etmişti. ‘Ya Rabbi, Sana her ne için yalvardıysam, asla mahrum kalmadım, bedbaht olmadım… Rabbim beni yalnız başıma bırakma, Sen mirasçıların en hayırlısısın…’ İsteklerin zamanında gerçekleşmedi belki. Sen Zekeriyya oldun da duâların kabul edilmedi mi? Yahya gibi yıldızlar görmek istiyorsun gökyüzünde. Ama gece olmasın istiyorsun. Gece olmayınca yıldızlar çıkmıyor ki. Kalbin musîbetlerle kararmadığı, içinde gece olmadığı müddetçe yıldızlar doğmuyor, rahmet gelmiyor ki. 

Hz. Eyyüb (as) hastalıklar içre onyedi yıl geçirmiş, sabır kahramanı unvanını almıştı. Yaralarından doğan kurtlar vücudunu sarmıştı. İmanın mahalli kalbe ve lisanı dile ulaşınca ‘Rabbim kurtlar seni anmamı engelliyor”, diyerek şifa istemişti. Ahiret için yapılan duâ kabul edilmiş, sağlığına kavuşmuştu. Bilirim, içinde bir Eyyüb vardır. Vefasızlık, yoksulluk, işsizlik, aşsızlık, aşksızlık yara olmuş her yanını sarmıştır. Kalbin yaralanmış, dilin lâl kesilmiştir, ama insanın her zaman duâ edecek kadar gücü vardır. Şimdi Eyyüb (as) olma zamanıdır. Verdiği nimetler için şükür, vermediği musîbetler için sabır zamanıdır. ‘Ben senden razı oldum. Beni de Eyyüb’ün yanına yaz’ deme vaktidir. Sen Eyyüb olduktan sonra kurtlar, kurtçuklar, insan suretini giymiş kurtlar, kurtçuklar sana ne yapabilir ki. Kurt puslu, kul sisli havayı sever. Kalbini sisler basmış. Şimdi av zamanı, duâ zamanıdır. Sisleri gözyaşına çevirme zamanıdır. Kork ki gözyaşı olmayınca göktaşı yağar dünyaya. 

Bediüzzaman’da kulunç hastalığı vardı. Kırk sene duâ etmesine rağmen şifa bulamamıştı. Anlamış ki, hastalık duâ için verilmiştir. Neticesi ahirettedir. Duâsı görünüşte kabul olmadığından terk etmek kalbine gelmemişti. Zira hastalık duânın vaktidir; şifa, duânın neticesi değildir. 

“Nimetime şükretmeyen, musîbetime sabretmeyen, hakkında takdir ettiğime rıza göstermeyen kendine başka Rab bulsun” demiş Rabbim. Ne diyorsun, bu yaştan sonra başka Rab mı bulalım kendimize! Ondan başka kimimiz var ki.

Okunma Sayısı: 15310
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Nur

    28.5.2017 15:00:08

    Ewet gazetenin varligi buyuk nimet oldugu gibi bu gazete de sizin yazilarinizn da olmasi buyuk nimet.Allah hakki soyleyen kalemlerinize kuvvet versin.daim Hak tan ayirmsn.

  • Bir magdur

    24.5.2017 20:41:45

    Gazetenin varligi buyuk bir nimet. Allah (cc) razi olsun emeği geçen herkesten.

  • rıdvan ertuğrul

    24.5.2017 18:40:05

    Allah razı olsun çok güzel olmuş

  • Sermin

    24.5.2017 15:42:25

    Evet Ondan başka kimimiz var .Nefis bir yazı

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı