Sofi Mirza’nın dördüncü evlâdıdır, Said. Yirminci yüzyılda yetişen bu büyük İslâm âlimi aynı zamanda büyük bir müceddiddir.
Said isminin yanısıra, kullandığı bir çok isim ve ünvanlarla da bilinir. Bunlar arasında Said Okur, Bediüzzaman, İbn-i Mirza, Meşhur Molla Said, Said’ül meşhur, Ehu’l-acaib, İbnu Ammi’il garaib, Ebu la şey, Bediüzzaman-i Kürdi, Mirzazade Bediüzzaman Said Nursi...
Nurs Köyünde 1878 yılında dünyaya gelir. Çocukluk yıllarında dahi üstün hâl ve güzel meziyetleriyle belirir.
Said Nursî, dokuz-on yaşlarında köyünden ayrılır, zamanın medreselerinde tahsil maksadıyla dolaşır, küçük yaşlarında şöhret olur. Zira gittiği her yerde, her medresede üstün zekâsı ve hafızası ile dikkat çeker.
Üç yıl süren medrese tahsili küçük Said’i tatmin etmez. 1885 yılının kışını Nurs’ta ana babasıyla geçirir. Bir rüya görür. Rüyasında kıyamet kopmuş, herkes kendi derdindedir. Bu müthiş hengâmede Resûl-i Zîşân Efendimizi (asm) görmek ve bulmak ister. O yüce Nebî’yi (asm) ancak Sırat’ta görürüm düşüncesi ile oraya gider. Peygamber-i Zîşân’ın oradan geçtiğini görünce ellerine sarılır ve Kâinatın Efendisi’nden ilim taleb eder. Resûlullah (asm) da “Ümmetinden suâl sormamak şartıyla sana ilm-i Kur’ân verilecektir.”der. Küçük yaşlarda köyünde gördüğü bu rüya ona feyiz kaynağı olur. Bunun üzerine küçük Said, ilim tahsili için yollara düşer. Dağları aşar, derelerden geçer. Ruhunda müthiş bir feveran uyanır. Şarktaki bütün medreseleri dolaşır. Henüz yaşı çok küçük olmasına rağmen ustalarını, üstadlarını ilimde ve irfanda hayretler içinde bırakarak ilm-i Kur’ân’da zirvelere yol alır.