"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Mihenge” vurmak...

Orhan Ali YILMAZ
17 Ekim 2021, Pazar
“Din”, Arapça menşeli bir kelime.

Kelime anlamı “borçlanma” demekti. Istılah, terim anlamı ise, kalben kabul edilip bağlanılan, uğrunda pek çok, belki de en çok fedakârlık yapılan “Değerler Topluluğu” idi. Herkesin bir dini vardı. Çünkü; din, inanmak, bir şeylere bağlanmak, en fıtrî, en temel bir ihtiyaçtı; “vazgeçilmezdi.” Hatta “hiçbir şeye inanmıyorum” diyenin de, bir dini vardı; “hiçbir şeye inanmamaya” inanıyordu.. Anlıyacağınız; Ateizm de/Tanrıtanımazlık da aslında bir din, hem de inanç biçimi idi.. 

*** 

Din, herhalde daha çok “inanmayla” ilgiliydi. Akla uygun olup olmaması ise ayrı bir konuydu.. Çünkü; “aklın” târifi henüz yapılmamıştı.. Herhâlde, bildiğimiz şu “zekâ”dan farklı bir şeydi şu akıl.. Yoksa; en zekilerimizin “en akıllı” olması lâzım gelirdi.. Ama manzaramız –açıkçası- pek de öyle değildi… 

***  

Akıl, daha çok “denge ve ölçülü olmak”la ilgili idi anlaşılan.. Belki de, zekânın işleyişindeki çalışma prensiplerini belirleyen, çerçevesini çizen “ölçü ve değerler” idi. “Mantığın” tarîfiydi.. 

***  

Aklın da üç derecesi vardı: Gabâvet, Hikmet, hem de Cerbeze diye. 

*** 

Gabâvet; doğru ile yanlışı, kâr ile zararı, iyi ile kötüyü birbirinden ayıramayacak derecede bir zekâ seviyesi idi. Ahmaklığın, hamakatın diğer adresi.. 

*** 

Mevlânâ’nın bununla ilgili enfes bir hikâyesi vardı.. Adamın biri, bir zaman, bir ayının hayatını kurtarmış. Ayı Efendi, adama çok minnettar kalmış. Onun için her şeyi göze almış.. Halk, her ne kadar adama: “Ayıdan dost olmaz..” demişlerse de adam hiç aldırmazmış.. Adam, bir gün bir ağacın gölgesinde dinlenirken, her nasılsa uyuyakalmış.. Derken, bir sinek gelmiş, adamın burnundan içeri dalmış.. Bunu gören bizim Ayı Efendi, yerden, kaldırabileceği ağırlıktaki bir taşı almış ve… Sinek kaçmıştır; fakat adam ölmüştür... Gabî, ahmak adamın misâli… 

*** 

Hikmet ise, aklın, doğruyu doğru bilip kabul eder, yanlışı da yanlış görüp ondan içtinap eder, sakınır derecesi. 

***  

Cerbeze ise, doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterebilecek derecede bir zekâya mâlikiyet idi. Demagojinin, akıl çelmenin, yanıltmacılığın diğer adresi. Belki de bir tür illüzyonistlik… 

***  

Herkesin; dini bir “anlayışı”, bir de “yaşayışı” vardı.. Bazıları “anladığı gibi” yaşıyordu.. Bazıları da “yaşadığı gibi” anlıyordu.. Hani meşhûr bir söz vardı: “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız..” O türden. 

***  

Hattâ bu işin profesörleri bile vardı.. Her akşam her akşam, televizyon kanallarında, o kanal senin, bu kanal benim, dolaşıp, “anladıkları” dini anlatıyorlardı insanlara..

Bir de üzerinde “anlaştıkları..” Belki de “yaşadıkları…” “Konjonktürel” din anlayışları.. Bir o kadar da “Konjonktürel” Din Adamları… 

***  

Dini anlamak, herhâlde onu “yaşamaktan” daha kolaydı.. Çünkü, “istediğiniz gibi anlamak” gibi bir “kolaylığınız” vardı… 

*** 

“Din” ise İslâmiyet’ti. Apaçıktı.. Öyle çok gizli, gizemli, hem de “anlaşılmaz” değildi.. Akıl, vicdân, hem de “delile” bakıyordu. İnsan olan herkesin anlayabileceği, hem de “yaşayabileceği” bir derecesi vardı.. Öyle çok zeki olmaya; pardon, “demagog” olmaya falan hiç gerek yoktu!.. 

*** 

Sanki, bin dört yüz küsûr senedir, on dört asırdır gelip geçen bu kadar insanlar, bir de, bir o kadar âlim, allâme, müçtehid, hem de imamlar, İslâm’ı ve Kur’ân’ı anlamamış; sonra dünyânın sonuna doğru, Kıyâmet’e çok yakın geleceği tebşîr edilip müjdelenen(!) bir “çıplak uyarıcı/nezîr” çıkmış, “Kur’ân’daki İslâm”ı onlara, yani insanlara anlatıyordu..

*** 

Bence, asıl anlatılması gereken Kur’ân’daki İslâm değil, İslâm’daki Kur’ân’dı.. İslâm’ın, İslâmiyet’in Kur’ân Yorumu’ydu. Yoksa, din adına, Kur’ân nâmına pek çok “yorumlar” vardı.. Müsteşrikler/oryantalistler, filozoflar, sosyologlar, devlet ve de siyaset adamları… 

*** 

Kur’ân’ın, Sünnet’e olan ihtiyâcı, Sünnet’in Kur’ân’a olan ihtiyâcından aşağı değildi.. Belki, Kur’ân, “anlaşılması için” daha ziyâde Sünnet’e, hem de Hz. Peygamber’e (asm) muhtaçtı.. Çünkü; İslâmiyet, başka dinler gibi değildi.. Onlara hiç benzemiyordu.. Hayatı, en ince, en küçük ayrıntısına kadar “vahiyle” düzenliyordu.. Yeme, içme, giyinme, yatıp kalma, konuşma, tuvalet âdâbı, evlilik, karı-koca ilişkileri.. Hem de “en mahrem” kısımlarına kadar… 

***

Sonra, İslâm’ın, İslâmiyet’in bir “günah” kavramı vardı. Öyle her “istenildiği gibi” davranılamazdı.. Bir Âhiret mesûliyeti/sorumluluğu vardı.. Bir Hesap, hem de Kitap Günü… Her şeyin, her yapılanın, en ince ayrıntısına kadar hesabının verileceği bir gün… Bundan; korkmak, çekinmek, hem de sakınmak lâzımdı.. 

*** 

Öyle; Sünnet’i, Hz. Peygamber’i (asm) dışlayarak, İslâmiyet öğrenilemez ve de öğretilemezdi.. Öyle bir “din tarîfi de olsa olsa, ancak öyle bir “çıplak uyarıcı, hem de nezîre” hastı.. 

*** 

Din, bir imtihan, aynı zamanda bir “fedâkârlık”tı.. “Fedâkârlığın ölçüsünce” dîne bağlılığın ölçüsü büyüyor, sağlamlaşıyordu.. “Eşeddünnâsi belâen; elEnbiyâu, sümmelEvliyâ..” Yani; imtihan, hem de musîbet cihetiyle Müslümanların en şiddetlisi; önce Peygamberler, sonra da Allah’ın Veli kullarıdır, buyuruyordu o Fahr-i Kâinat Efendimiz (asm). Ve “Hiçbir Peygamber, benim çektiğim eziyet kadar eziyet çekmemiştir..” diye de tamamlıyordu. 

*** 

Din adına çektiğiniz ezâ, cefâ, hem de uğradığınız musîbetler, katlandığınız sıkıntılar, yaptığınız fedakârlıklara göre makam, hem de kıymet alacaktınız.. Yoksa; yazdığınız eser sayısı, onun kaç baskı yaptığı, ne kadar sattığı; ya da çıktığınız program sayısınca değil!.. Gündemde olmak, “popüler” olmak da “rıza” ölçüsü değildi.. Allah, sizi sûretlerinizle, güzel konuşmanızla, Türkçe’yi güzel kullanmanızla değil; kalbinizdeki ve onun tercümanı dilinizdeki ile, “söylediklerinizle” imtihan ediyordu.. Yoksa; giydiğiniz elbiseniz ya da kol düğmelerinizin kalitesiyle değil!.. 

***

Nezîrimiz, en çok “dîni kesimin” dayatmalarından, baskılarından yakınıyordu..

Fakat kendisi de nedense “kargadan başka kuş” tanımıyordu.. “Kur’ân’daki İslâm”ı dışındaki bütün yorumları bir anda kaldırıp çabucak çöpe atıyordu.. Tek görüş, tek anlayış, tek ses, tek nefes… 

*** 

Hâlbuki, çeşitlilik zenginlikti. Zenginlikten korkmamak, rahatsız olmamak, onu koruyup, ona sâhip çıkmak, en evvel ilim ehline yakışırdı.. Hem; demokrasi/çoğulculuk, fikrini ifâde etme hürriyeti “herkeseydi.” Yalnız “nezîre” has değildi.. “Yalnız bana demokrasi, yalnız bana ifâde hürriyeti” bir çeşit zorlamaydı.. 

*** 

Bir de, “Mehdî, 945 te gelir..” diyordu, sonrasında ilâveler yaptığı bir kitabında. Bir değerli okuyucusu da: “Hocam tevâzu gösteriyor/alçakgönüllülük yapıyor; o gelecek olan Zât, işte kendisidir..” diye tamamlıyordu.. 

*** 

Mehdî olmak güzeldi. Kulağa da pek hoş geliyordu.. Düşünsenize bir.. birisi size: “Siz Mehdîsiniz!” dese ne kadar hoşunuza gider.. Hattâ İlâhiyat’ta okuyan bir arkadaşım vardı Mehdî isminde. Ara sıra ona takılırdım: “Yahu! Milletin, Mehdî aramaktan canı çıkıyor! Sen ise, buralarda sürünüyorsun…” diye. 

***

Ama “Hâdi” olmayan Mehdî olmak” ihtimâli de vardı.. “Doğru yolu bulamamış hidayet ediciler, yol göstericiler!” Bundan sakınmak lâzımdı.. Yoksa, “kelin ilâcı olsa başına sürermiş “atasözünü doğrulamak; veya “körden yol sormak” durumuna düşmek; hem de “körle yatan, şaşı kalkarmış” kisvesinde, alay konusu olmak ihtimâli de vardı… 

*** 

Sonra, “Hiçbir müfsid (bozguncu) ‘ben müfsidim’ demez.. Dâima ‘sûret-i haktan’ görünür.. Yahut ‘bâtılı’ hak görür.. Evet; kimse demez ‘ayranım ekşidir’; fakat siz ‘mihenge vurmadan’ almayınız.. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip, tamâmını kabûl etmeyiniz.. Belki, ben de müfsidim!?... Veya -bilmediğim halde- ifsâd ediyorum!?.. Öyleyse; her söylenen sözün, kalbe girmesine yol vermeyiniz.. İşte; size söylediğim sözler hayâlin elinde kalsın.. ‘Mihenge’ vurunuz.. Eğer altın çıktıysa, kalpte saklayınız.. Bakır çıktıysa; çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz…” diye de bir ölçümüz vardı.

Okunma Sayısı: 1902
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • H.ibrahim Karahan

    3.11.2021 08:53:12

    Allah razı olsun

  • Ozan Kaya

    3.11.2021 08:46:09

    Tebrikler abim..

  • A. AYDIN

    17.10.2021 12:36:56

    Bu yazı, müctehid veya mehdi geçinenlerin kafasına düşen iyi bir mihenk taşı olmuş. Tebrikler. 👍

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı