41 yıl sonra terör örgütü PKK’nın Süleymaniye’de “sembolik silâh bırakma”nın iç ve dış dinamikleri tartışılıyor.
Daha düne kadar “PKK uzantısı HDP/DEM kapatılmalı” diyen hatta kapatmadığı için “Anayasa Mahkemesi de kapatılmalı” çağrısında bulunan Bahçeli’nin bir zamanlar “idam edilsin” diye ip atıp “bebek katili” dediği terörist başına “kurucu önder” övgüsüyle Meclis’e davetiyle tetiklenen “süreç” daha baştan bir dizi bilinmezlikle muallel.
Zira demokrasi, hukuk ve adaletin olmadığı vartada millet iradesinin temsilcisi Meclis’te açık ve şeffaf olması gereken “süreç”in yine kapalı kapılar arkasındaki “pazarlıklar”la kotarılmasıyla kamuoyundan kaçırılması istifhamları arttırıyor.
Aslında 14 Ağustos 1984’te Siirt’in Eruh baskınıyla ateşlenip 10 bine yakın güvenlik görevlisinin şehid olduğu, 50 bine yakın kişinin can verdiği terörü alevlendiren, Türkiye’yi ve bölgeyi tefrika planında kullanan emperyal mihrakların ve istihbarat servislerinin güdümündeki terör örgütünün “silah bırakma seremonisi”nin üzerinden yirmi dört saat geçmeden açıklananlar “süreç”in içteki siyasî maksadını ifşa ediyor.
“OTORİTER REJİM”İN TAHKİMİ
Esasen âlây-ı vâlâ ile günlerce partiden ve “yandaş medya”dan anons edilen Cumhurbaşkanı’nın konuşmasında sembolik silâh bırakmadan bir gün sonra partisinin Kızılcahamam kampında “yeni bir dönem” diyerek “Şimdi Ak Parti, MHP, DEM olarak beraber yürüme kararı verdik” çıkışı iktidardakilerin “süreç”teki politik maksadı ele veriyor.
Maksat, öncelikle “sembolik silah bırakma gösterisi”yle ekonominin çöküşü, hukukun, insan haklarının, temel hak ve hürriyetlerin dibe vuruşuyla Saray iktidarının iflasının karartılıp ülkenin gerçek gündeminin sabotesi; ve içte “siyasî tezgâh”a zemin hazırlanması.
İçteki “siyasî tezgâh”ın, 16 Nisan 2017 “rey-i vahid-i istibdada (tek adam yönetimine)” malzeme edilmesindeki gibi Orta Asya ve Körfez “başkanlıkları”yla sultanlıkları benzeri “şekli seçimler”le Cumhurbaşkanı’nın “emr-i hak vaki oluncaya kadar” ömür boyu iktidar koltuğunda kalmasıyla “otoriter rejim”in tahkimiyle kalıcılaştırması olduğu her haliyle sırıtıyor.
Görünen o ki halkta karşılığı gittikçe eriyen “tek kişilik hükûmet”in sürdürülmesi hesabına “omurgasız siyaset” sahneleniyor. “İktidar cephesi”, “süreç” üzerinden DEM’i demokratik muhalefetten koparıp “cumhur ittifakı”nın arkasına almakla “otoriter rejim”e tahkime desteğini sağlama peşinde.
“MİZANSEN”İN SAMİMİYET(SİZLİĞ)İ…
Bundandır ki “devletin başı uygulamakla mükelleftir” emrivâkisiyle terör örgütü ile “süreci” başlatan Bahçeli’nin “Kürtlerin önderi ve temsilcisi” olarak lanse ettiği terörist başı, “Atatürk’ten sonra en büyük devlet adamı Bahçeli’dir” karşılıklı medhiyeler diziliyor.
Ve sırf “seni başkan seçtirmeyeceğiz!” dediği için Demirtaş’ın AİHM ile Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlâli” kararlarına rağmen dokuz yıldır hapiste tutulmasındaki gibi, Cumhurbaşkanının “sular tersine akarsa gereğini yaparız!” örtülü şantajları savruluyor.
Özetle antidemokratik kayyım uygulamalarının dayatıldığı vartada tabandaki tepkiyi göze alamayan parti yönetiminin İmralı’nın ve emperyal mihrakların tahrikindeki terör örgütünün baskısıyla yapılan oldubittilere diretmesi “süreç”in handikaplarının başında geliyor.
DEM’lilerin “Yanlış yere çekilmesin, bu ittifak ‘süreç ittifakı’dır; kesinlikle başka bir ittifak algılanmamalı, herkesin çizgisi bellidir” açıklamalarının anlamı bu. Üç kez seçildiği belediye başkanlığından alınıp yerine “kayyım” atanan Ahmet Türk’ün ana muhalefete operasyonlar sürerken “göreve iâdeyi kabul etmeyeceği”nin bildirmesi bunun ifadesi.
Özetle yargının “siyasetin sopası” olarak istimaliyle topyekûn muhalefete “düşman hukuku”yla tasfiye operasyonlarının dayatıldığı arenada “sembolik silah bırakma” mizanseninin samimiyet(sizliğ)i açığa çıkıyor.