Gerçeğin yansıması, medyanın elindeki aynalara bağlıdır. Nasıl ki bir ayna eğriltilirse görüntü de bozulur, medya da olayları sunduğu açıyla toplumun hakikati kavrayışını şekillendirir.
Sonuç olarak bu algıyı kırmak mümkündür. Bediüzzaman’ın dediği gibi, insanların fikirleri muhteliftir, fakat maksatları bir olabilir. Eğer bizler, kendi “kalın merceklerimizi” fark eder, farklılıkları bir tehdit değil zenginlik olarak görürsek, kutuplaşma algısı da yerini daha sağlam bir toplumsal uyuma bırakacaktır.
Bu veriler, Risale-i Nur Külliyatının hakikat ve algı arasındaki ince çizgiye dair derinlemesine kavrayışıyla örtüşmektedir. Bediüzzaman, defalarca “zâhirperestlik”ten, yani görünenle yetinmekten ve hakikatin derinine inmekten uzak durmanın tehlikelerine dikkat çekmiştir. Toplumsal kutuplaşma algısı da görünenin ötesindeki gerçekliğe nüfuz edememekten kaynaklanan bir yansıma olabilir.
Oysa insan, gördüğünü mutlak sanma tuzağına düşer. "Benim gördüğüm, herkesin görmesi gerekendir" demek, kırmızı camlarla dünyaya bakıp "Gerçek, kırmızıdır!" diye ısrar etmek gibidir. Peki ya aynayı tutan el, camın rengini seçme gücüne sahipse?
Sosyal medya, bu anlamda "kırık bir ayna" görevi görür. Algoritmalar, insanları düşünce kabarcıklarına hapseder; herkes kendi yankılarını dinler. Bir seçim döneminde taraftarların, kendi adaylarının kazanacağına dair mutlak bir inanç beslemesi bundandır. Onlara göre "her şey kırmızı" ya da "her şey mavi"dir. Oysa gerçek, bu ikisinin ötesinde bir renk cümbüşüdür.
Peki, çözüm? Aynaların arkasına geçip camın rengini görmek... Yani medyanın, sosyal platformların ve hatta kendi önyargılarımızın bize dayattığı filtreleri fark etmek. Çünkü hakikat, tek bir rengin tekelinde değildir.
Risale-i Nur’un “zahirperestlik” ve “suizan” gibi kavramlarla tanımladığı zihni sapmalara paralellik gösteriyor. Said Nursî, kişilerin sadece kendi doğrularını mutlak kabul ederek diğer görüşleri “tehdit” gibi algılamasını, enaniyetin tuzağı olarak niteliyor. Ona göre, "müsbet hareket" yalnızca bir sosyal tutum değil, aynı zamanda zihnî ve manevîi bir disiplin anlamına gelir. Külliyattaki birbirini “tekfir” değil, “tevkif etmek” veya “müzahir olmak” ilkesi, farklı görüşlerin çatışma değil, hakikati arama ortamı olarak görülmesine işaret etmektedir.
Nursî'nin "müsbet hareket" çağrısı, kutuplaşmayı azaltmak için şu prensibi öne çıkarır:
1. Farklı Seslere Kulak Vermek: Karşıyı susturmak değil, anlamaya çalışmak. Farklılıkları zenginlik olarak görmek.
2. Medya Okuryazarlığı: Kutuplaştırıcı haberlerden uzak durup, dengeli kaynaklardan beslenmek algıyı düzeltir. Hakikati kişiler üzerinden değil, insaf ve marifet terazisiyle tartmak.
3. Müzakere Kültürü: Risale-i Nur’un önerdiği gibi, “muhabbet ve hoşgörü” temelli bir iletişim, aradaki uçurumları köprüye dönüştürebilir. Kendi sosyal çevremizin dışındaki insanlarla temas kurarak, toplumun sanılandan daha az kutuplaşmış olduğunu görebiliriz. Bu ortamın tesisi için marifet ve doğru bilgiye ihtiyaç vardır.
Unutmayalım ki, “algılanan kutuplaşma”, gerçek kutuplaşmadan daha tehlikeli olabilir. Çünkü algı, gerçekliği inşa eder. Eğer bir toplum kutuplaştığına inanırsa, bu inanç kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşebilir. Öyleyse, toplumsal birliğimizi ve huzurumuzu korumak adına, önyargılarımızdan sıyrılıp, hakikati aramak ve farklılıklara rağmen ortak değerler etrafında birleşmek hepimizin görevidir.