İnsanın tüm mücadelesi, aslında kaybetmemek üzerine olmalı; malını, sağlığını, ilişkilerini…
Fakat asıl unutulmaması gereken şudur: Allah inancı kaybedildiğinde hiçbir kazanım gerçek değildir.
En büyük kayıp, Allah'a olan inancı kaybetmektir. Çünkü O (cc) yoksa hiç bir kazanım, gerçek bir kazanım değildir. Eğer O (cc) varsa, hiçbir şey kayıp değildir; zira kayıp zannettiklerimiz dahi kazanca dönüşebilir.
Allah'a dayanmadan kazanmak mümkün mü? Bugün birçok insan, sahip olduklarıyla kendini güçlü hissediyor. Bazen servetle, bazen makamla, bazen sevdikleriyle bu boşluğu doldurmaya çalışıyor. Fakat gece sessizliğinde, yalnız kaldığında, bütün o kalabalıklar susar. Ve geriye sadece bir ses kalır:
"Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?"
İşte insan, bu suallerin cevabını bulduğu zaman kendini güçlü hisseder. Yalnızlıktan kurtulur. Yoksa, aczi ve fakrı ile baş başa kalır.
Kendimizi güçlü hissettiğimiz tüm vasıflar, en fazla kabir kapısına kadar bizimledir.
Peki ya sonra?..
Bu soruların cevabını Allah’tan uzak bir zihin veremez.
O hâlde: Allah inancı olmadan kazanmak mümkün değildir.
İnanan insanların kazancı hep ahirete mi ertelenir?
Zâhirde her şeyin kaybedildiği anlar vardır.
Fakat Allah ile olan bir gönül için kaybetmek diye bir şey yoktur. Çünkü Allah’la birlikte olan bir kalp, zindanı saraya, ıssızlığı dostlarla ünsiyete çevirebilir.
Hz. Yusuf (as), kardeşlerinin ihanetiyle kuyuya atıldığında ve ardından iftirayla zindana düştüğünde insanlar onu terk etti. Fakat o, Allah’tan vazgeçmedi ve Allah da onu bırakmadı. Zindan günleri sona erdiğinde, onu Mısır'a aziz yaptı.
Hz. Hacer (as), çocuğu Hz. İsmail (as) ile birlikte susuz ve ıssız bir vadiye bırakıldığında elinde hiçbir şey yoktu.
Ne yardım vardı ne insan. Ama Allah vardı.
Safa ile Merve arasında çırpınışı, çaresizliğin değil, imanın ayak sesleri oldu. Allah, o gayreti cevapsız bırakmadı; zemzemi yeryüzüne armağan etti. Bugün milyonlarca insan, Hacer’in koşusunu ibadet olarak yaşıyor.
Öyle ise “Allah’ı bulan neyi kaybeder? O’nu kaybeden neyi bulur?” 1
-Velâkin insan fânîdir.
Söz bir gün susar, nefes kesilir beden ceset olur düşer yere. Ama Allah’a bağlı olarak dökülen her kelime, ebediyete mühürlenmiş bir tesbih olur. Aşağıdaki şiir de işte böyle bir teslimiyetin terennümüdür.
DÜŞER YERE
Ey benim şah damarım, şahenşahım, zât-ı pâkım…
Bir gün düşer kalem yere,
Sararır çiçek gibi, dağılır tüm yapraklar,
Kara toprak kucaklar, mısralarım düşer yere.
Misk ü amber pınarlarım, o yemyeşil diyarlarım,
Tacım, tahtım, saltanatım birer birer düşer yere.
Kelimeler fayda vermez, susar sözüm düşer yere.
Feri firar eder gider, kara gözüm düşer yere.
Gece güne revan olur, sensiz hayat ziyan olur,
Sözüm boş bir kelâm olur, tutunamaz düşer yere.
Sen rahmet etmez isen, hangi mâşuk olur çare?
Kâbe putla dolsa bile, yüzü koyun düşer yere.
Ey benim gönül bağım, rahmet kapım, huzurgâhım…
Vecd ile döner başım,
Dilimde yüce adın Harun bir gün düşer yere.
Ruhum huzura çıkar, sonsuzluk âlemine...
Susar nefes, çıkar libas, ceset olur düşer yere.
Dipnot:
1- Lem'alar, 26. Lem'a, 5. Nükte.