Şeriat-ı Garrâ kelâm-ı ezelîden geldiğinden, ebede gidecektir.
Zira şecere-i meylü’l-istikmâl-i âlemin dalı olan insandaki meylü’t-terakkînin mahsul ve semeresi olan istidadın telâhuk-u efkârla hasıl olan netâicinin teşerrub ve tegaddî ile büyümesi nispetinde, Şeriat-ı Garrâ aynen maddî zîhayat gibi tevessü ve intibak edeceğinden, ezelden gelip ebede gideceğine burhan-ı bâhirdir. Asr-ı Saadet olan sadr-ı evvelin hürriyet ve adalet ve müsavatı, bahusus o zamanda delil-i kat’îdir ki, Şeriat-ı Garrâ müsavatı ve adaleti ve hakikî hürriyeti cemî revabıt ve levazımatıyla câmidir. İmam-ı Ömer (ra), İmam-ı Ali (ra) ve Salâhaddin-i Eyyubî â’sârı bu müddeâya delil-i alenîdir. Buna binaen, kat’iyen hükmediyorum:
Şimdiye kadar noksaniyetimiz ve tedenniyatımız, su-i ahvâlimiz dört sebepten gelmiş:
1- Şeriat-ı Garrânın adem-i mürâât-ı ahkâmından,
2- Bazı müdâhinlerin keyfemâyeşâ su-i tefsirinden,
3- Zâhirperest âlim-i câhilin veyahut câhil-i âlimin taassubat-ı nâ-bemahallinden,
4- Su-i talih cihetiyle ve su-i intihap tarikiyle müşkilü’t-tahsil olan Avrupa mehasinini terk ederek, çocuk gibi hevâ ve hevese muvafık zünub ve mesâvî-i medeniyeti tuti gibi taklittendir ki, bu netice-i seyyie zuhur ediyor. Memurîn hakkıyla vazifesini ifa etse, memur olmayan ilcaat-ı zamana muvafık sa’y etse, sefahete vakit bulamayacaktır. Bu iki kısmın herhangisinde bir fert, sefahete inhimak gösterdiyse, bu, heyet-i içtimaiye içinde muzır bir mikrop suretine giriyor.
(Divan-ı Harb-i Örfî)
Hazırlayan: Abdil Yıldırım