"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Asr-ı Saadette hak, akıl ve meşveret hâkimdi

Risale-i Nur'dan
19 Mayıs 2022, Perşembe
Her bir zamanın bir hükmü var. Biz delil isteriz, tasvir-i müddea ile aldanmayız.

Vakta ki hâl sahrasında istikbal dağlarına daima yağmur veren hakaik-ı hikmetin maden-i tebahhurâtı efkâr ve akıl ve hak ve hikmet olduklarından ve yeni tevellüde başlayan meyl-i taharrî-i hakikat ve aşk-ı hak ve menfaat-i umumiyeyi menfaat-i şahsiyeye tercih ve meyl-i insaniyetkârâneyi intâc eyleyen be­râhin-i kàtıadan başka, ispat-ı müddea bir şeyle olmaz. Biz ehl-i hâliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müddea zihnimizi işba’ etmiyor. Bürhan isteriz.

Biraz da iki sultan hükmünde olan mazi ve istikbalin hasenat ve seyyiatlarını zikredelim:

Mazi ülkesinde ekseriyetle hükümferma, kuvvet ve heva ve tabiat ve müyulât ve hissiyat olduğundan, seyyiatından biri, her bir emirde –velev filcümle olsun– istibdat ve tahakküm var idi. Hem de meslek-i gayra husumete, kendi mesleğine iltizam ve muhabbetten daha ziyade ihtimam olunur idi. Hem de bir şahsa husumetin, başkasının muhabbeti suretinde tezahürü idi. Hem de keşf-i hakikate mâni olan, iltizam ve taassub ve taraftarlığın müdahaleleri idi.

Hasıl-ı kelâm: Müyulât muhtelife olduklarından, taraftarlık hissi her şeye parmak vurmakla ihtilâfat ile ihtilâl çıkarıldığından, hakikat ise kaçıp gizlenirdi.

Hem de, istibdad-ı hissiyatın seyyielerindendir ki: Mesâlik ve mezâhibi ikame edecek, galiben taassub veya tadlil-i gayr veya safsata idi. Hâlbuki üçü de nazar-ı şeriatta mezmum ve uhuvvet-i İslâmiyeye ve nisbet-i hemcinsiyeye ve teavün-ü fıtrîye münafidir. Hatta o derece oluyor, bunlardan biri taassub ve safsatasını terk ederek nâsın icma ve tevatürünü tasdik ettiği gibi, birden mezheb ve mesleğini tebdil etmeye muztar kalıyor. Hâlbuki taassub yerinde hak ve safsata yerinde bürhan ve tadlil-i gayr yerinde tevfik ve tatbik ve istişare ederse, dünya birleşse hak olan mezheb ve mesleğini bir parça tebdil edemez. Nasıl ki Zaman-ı Saadette ve Selef-i Salihîn zamanlarında hükümferma hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri olmaz idi.

Muhakemat, Sekizinci Mukaddeme, s. 57

LÛ­GAT­ÇE:

berâhin-i kàtıa: kat’î, kesin deliller.

hükümfermâ: hükmeden.

maden-i tebahhurât: buharlaşma yeri, buharların kaynağı.

meyl-i taharrî-i hakikat: hakikati 

araştırma meyli.

meylü’t-tefevvuk: üstün gelme arzusu.

Selef-i Salihîn: İslâmın ilk dönemlerinin sâlih insanları.

şübehat: şüpheler.

şükûk: şekler, şüpheler.

tevlid etmek: doğurmak.

Zaman-ı Saadet: Asr-ı Saadet.

Okunma Sayısı: 1289
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Cenk Çalık

    19.5.2022 15:46:29

    "Nasıl ki Zaman-ı Saadette ve Selef-i Salihîn zamanlarında hükümferma hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri olmaz idi." Her zamanın bir hükmü var. Günümüz düşünüldüğünde Asr-ı saadeteki zamanın hükmünü yaşamak gerekiyor. Akıl, meşveret, şahs-ı manevi unsurlarını mış gibi yaparak değil, hakkını vererek yol almak elzemdir vesselâm.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı